Kırşehir HaberNet

ARAŞTIRMACI / YAZAR ADNAN YILMAZ YAZDI !!

ARAŞTIRMACI / YAZAR ADNAN YILMAZ YAZDI !!
REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
560 views
19 Aralık 2020 - 12:37
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Bozulan dengeler ve Birinci Dünya Savaşı

 19.Yüzyılın sonlarına doğru Almanya’nın çok güçlü bir devlet olarak ortaya çıkışı, dünyadaki güç dengelerini altüst etmiştir. Bu durum, İngiliz ve Fransız çıkarlarını Alman çıkarları ile karşı karşıya getirir.

Almanya ile Rusya arasındaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, içinde barındırdığı Slavlar nedeni ile Balkanlarda Rus çıkarlarına karşı tavır koyar.

Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki anlaşmazlıkta Almanya, Rusların Balkanlar’daki nüfuzunu kırmak ve Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini kolaylaştırmak için Rusya’nın karşısında olur. Bunun üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa’nın politikasına yaklaşır. 20. Yüzyıl’ın başlarında büyük devletler böylece kesin ve keskin bir çıkar gruplaşmasının içine girer.

Eşitsiz gelişim” ve bunun üzerinde yükselen gruplaşmalar dengelenmediği ve buna engel olunamadığı için, dünyayı ve insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen korkunç süreç de böylece başlar.

28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Saraybosna’da öldürülmesi, bu savaşa neden gibi gösterilse de, bu artık işin bahanesidir. Kartlar açılmış, Avrupa’nın büyük devletleri peş peşe birbirlerine savaş ilân etmeye başlamıştır.

Rusya, Fransa ve İngiltere bu savaşta “Anlaşma” devletlerini oluştururken, Almanya ve Avusturya-Macaristan “Bağlaşma” devletleri içinde yer alır.

Dünya toz-dumandır. Başlangıçta Almanya’nın safında yer alan İtalya, bir süre savaşı izler. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu “bağlaşma devletleri” içine katılır.

Enver Paşa’nın “Turan” Hülyası

 İnsanlık, o güne kadar görmediği bir felâketle Birinci Dünya Savaşı’nın içindedir artık… 1914 Ağustos’unda Avrupa savaşı niteliği kazanan savaş, Osmanlı Hükümeti’nce soğukkanlı karşılanır.

Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu anlaşma devletleri, Osmanlı’nın bu savaşta devre dışı kalmasını istemektedir. Özellikle de İngiltere Ortadoğu yolunun güvenliği açısından buna şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Hatta Osmanlı’ya savaşa girmemesi karşılığında yardım yapmaya ve “kapitülâsyonlar”ı kaldırmaya hazır olduklarını belirtirler.

Ancak Balkan savaşlarından sonra memleketin yönetimine hâkim olan “İttihat ve Terakki”nin güçlü adamı Harbiye Nazırı Enver Paşa, bu savaşta Almanların galip geleceğini, Rusların yenileceğini, tam da bu fırsatta Kafkaslar ve İran üzerinden Orta Asya’ya geçilerek büyük bir Turan İmparatorluğu kurulacağını düşlemektedir.

Enver Paşa’nın bu hülyası ile Alman çıkarları görünüşte aynı paralellik arz etmekte ve Almanlar Enver Paşa’yı kışkırtmaktadır.

Almanlar’a göre, Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılmış olacak, böylece Almanlar’ın yükü azalacak ve işleri kolaylaşacaktır.

Enver Paşa “Turan”  hülyası ile Almanya’nın yanında Osmanlı’yı savaşa zorlarken anlaşma devletleri tam bu sırada Osmanlı’nın savaşa girmemesi karşılığında tek taraflı olarak kapitülâsyonları kaldırır. Ne var ki Enver Paşa Almanlar’ la gizlice anlaşır.

Ülkeyi bu büyük yangına sokan Turan hülyasının serüvencileri, sadrazam Sait Halim ve kilit kişilikleriyle Talat ve Enver paşalar Alman elçisi Von Wangenhaim ile sürdürülen görüşmelere Babıâli’nin ve de Sultan V. Mehmet’in rızasını da alarak katılmışlardır.

1878’de Rusya’ya terkedilmiş Doğu Anadolu illeri, Ege ve Akdeniz adalarıTrablusgarp, Rumeli’nin zengin topraklarını kazanmak, Kafkas ötesi ve Orta Asya’da ecdattan kalma toprakları yeniden fethetmek, aynı anda da bazı batılı güçlerin üzerlerindeki siyasi ve mali boyunduruğu kırmak için çıkış yolu olarak “savaş” görülür.

Akdeniz sularında seyreden Alman donanmasının Goeben ve Breslau zırhlıları Afrika’daki Fransız üslerini bombardıman ettikten sonra Osmanlı sularına sığınır.

İngiltere bu iki geminin gözaltına alınmasını hatırlattığında da İstanbul hükümeti bu iki donanmayı “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adıyla kendi donanmasına kattığını bildirir.

İngiliz donanmasınca Karadeniz’de kovalanan ve Osmanlı Devleti’ne sığınan iki Alman savaş gemisi satın alınmıştır.

Bu iki Alman savaş gemisi yine Enver Paşa’nın gizli bir talimatıyla 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılır. Enver Paşa ve Almanlar arasındaki bu senaryo artık Osmanlı Devleti’ni savaşın içine atmış, Kasım 1914’te Osmanlı savaşa tutuşmuştur bile…

Osmanlı’nın savaşa girişi Almanların iştahını artırır. Osmanlı İmparatorluğu ateş açarsa Ruslar birliklerini Kafkasya’ya kaydıracak, İngiltere Süveyş kanalıyla Mısır’ı korumanın peşine düşecek batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır.

21 Ekim’den başlayarak ilk Alman altın kasaları İstanbul’a ulaştığında hemen ertesi gün 22 Ekim’de Enver Paşa Karadeniz’deki Rus limanlarına saldırı emri verir.

Ok yaydan çıkmıştır. Rus limanlarını Odessa, Sivastopel ve Novorossisk’i topa tutmaya başlamıştır. Çarlık Rusya’sına 2 Kasım’da savaş ilan etmek düşer.

Sultan V.Mehmet bedence ve malca cihada katılmayı en yüce din görevi olarak Osmanlı uyruğundan olsun olmasın bütün müminlere buyruk salar.

1914 Aralık’ının ortalarında bizzat Enver Paşa başkomutan rütbesiyle Kars, Ardahan ve Batum illerini yeniden fethetmek için Rus hedeflerine saldırıya geçtiğinde ünlü Sarıkamış felaketiyle sarsılır. Askerler kara gömülmüş, soğuktan donmuş, salgın hastalıklar yayılmış birkaç hafta içinde de bütün ordu yok olup gitmiştir.[1]

1917 “Bolşevik” ihtilâli ve Kafkaslar

 

1916 yılı içinde Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon, Erzincan Rusların eline geçer. Savaşın bu kızgınlığında 1917 Ekim’inde Rusya’da çıkan bir ihtilâlle Çarlık yönetimi yıkılır. Viladimir İliç Ulyanov Lenin’in başında bulunduğu yeni “Bolşevik” iktidar Rusya’nın bu savaşı sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünmektedir.

İtilaf devletlerinin kendi aralarında imzaladığı bir dizi gizli anlaşmalar[2] Osmanlı topraklarını pay etmiş ne var ki bu anlaşmalar Rus ihtilali ile iş başına gelen yeni Bolşevik yönetimince ifşa edilerek açıklanmasıyla kararlaştırılmış olan paylaşım yürürlüğe sokulamamış ancak sonradan imzalanan “Mondros Mütarekesi” ve savaş anlaşması Türkler üzerinde oynanan oyunu bütünüyle açığa çıkartmıştır.[3]

Çarlık Rusyası’nın resmen savaştığı ve aralarında Almanya’nın da bulunduğu bağlaşma devletleri ile temasa geçen yeni Rus yönetimi ihtilâlden beş ay sonra anlaşma devletleri ile 3 Mart 1918’de “Birest-Litevsk barış anlaşması”nı imzalar.

Bu anlaşma sonucu Ruslar Kars, Ardahan ve Batum bölgelerini Türklere geri verir ve Kafkasya’yı önemli ölçüde boşaltır.

Bu fırsatta Kafkasya’ya doğru ilerlemeye başlayan Osmanlı birliklerinin Turan yolu açılmış gibi görünmektedir. Ancak başlangıçta çıkarları gereği Enver Paşa’nın Turan hülyasını okşayan Almanlar bu durumu önlemek için elinden geleni yapar.

Savaşın bitiminde Rusya ile bağlaşma devletleri arasındaki bu anlaşma da anlaşma devletlerince geçersiz sayılır ve Kafkasya Osmanlı Devleti’nce boşaltılır.

… Ve Amerika savaşa giriyor

Tüm bu cephelerde iç açıcı olmayan manzaraya karşı savaş bir cephede, Çanakkale’de başka türlü seyretmektedir. İtilaf devletleri orduları dalgalar halinde gelip Gelibolu istihkâmlarının eşiğinde ölecek ancak tek bir kilidi bile söküp atamayacaktır.

 

Tüm bu Türk birliklerinin başında genç bir Albay canla başla savaşmaktadır ve adı da Mustafa Kemal’dir onun.[4]

Birinci Dünya Savaşı’nın daha başlangıcında güçlü İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazı’ndan geçerek başkent İstanbul’u bombardıman tehditi altında baskıya alarak Osmanlı devletini savaş dışı bırakma planı böylece yenilgiyle sonuçlanıyor, birleşik donanmanın Marmara’ya girişine izin verilmiyor,

 

çileden çıkan İngiliz ve Fransızlar Avusturalya ve Yeni Zelanda askerleri ile takviye ettikleri birlikler ile Gelibolu yarımadasına zorlarken dünya tarihinin en kanlı savaşlarından birini başlatmış oluyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı boyunca doğudaki bu manzaraya karşı Çanakkale cephesinde Türk gücü ve vatanseverliği anlaşma devletlerini yener. İstanbul kurtulurken Irak cephesinde Türk kuvvetleri Kut-ül Amare’yi boşaltmak zorunda kalır. Bağdat İngilizlerin eline düşer. Filistin cephelerine yine Almanların kışkırtmasıyla ile giren Türk birlikleri çekilmek durumunda kalır. Almanya’nın çok gelişkin sanayiine rağmen İngilizler’ in denizlere egemen olması nedeniyle dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkileri kesilir. Henüz tarafsız olan Amerika Birleşik Devletleri İngiliz ve Fransızlara yoğun silah satışında bulunur. İngiliz ve Fransızlara savaş malzemesi taşıyan Amerikan gemilerinin birçoğu batırılır. Artık Amerika Birleşik Devletleri anlaşma devletlerinin yanında savaşın içindedir.

Genç, dinç ve güçlü Amerika Birleşik Devletleri Batı Avrupa cephelerine birlikler akıtmaktadır. Rusya’nın 1918 başlarında savaştan çekilmesi durumu değiştirmez. Batı cephesinde iyice güçlenen anlaşma devletleri Almanları geri atarken, Osmanlı Devleti’nin güney cephelerini de çökertmiştir. Bozguna uğrayan Almanya’da artık iç ayaklanmalar başlar. Savaş 1918’de anlaşma devletlerinin üstünlüğü ile sonuçlanır.

Anadolu’nun Paylaşımı Masada

 Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde dört imparatorluktan ikisi çöker ve parçalanırken diğer iki imparatorluk ta hem nitelik değiştirmiş, hem de ufalmıştır.

Bir uluslar mozaiği olan Osmanlı“Ulusal Devrimler Çağı’nın karşı konamaz ateşiyle karşılaşıyor, imparatorluğun yapısı içindeki birimlerde dağılma sürecine giriyordu ki, bu tarihi gelişim süreci içinde kapitalizm ve burjuva devrimlerinin Osmanlı imparatorluk yapısını ulusal devletlere bölerek parçalamasından başka bir şey değildi.

Osmanlı İmparatorluğu sadece savaşı yitirmemiş, itilaf devletlerinin işgaline boyun eğerek kâğıt üzerinde “bağımsız devlet” olmuş, Talat, Cemal ve Enver Paşalar halktan yakalarını kurtarmak için Alman gemisi ile Odessa’ya oradan da Berlin’e geçer.

Savaş alanlarında ölmüş yüzbinlerce asker can alıcı salgın hastalıklar, kıtlıklar, karaborsa ve sefaletin tüm öfkesi Enver Paşa’nın başında bulunduğu İttihat ve Terakki’nin yöneticilerini hedef alır.

Giderek sarayla iç içe olan İttihat ve Terakki Partisi’nden doğan boşluğu yine saraya yakın ve sonradan ulusal direncin karşısında saf tutacak “Hürriyet ve İtilaf” partisi doldurmaya başlar.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu bırakın Osmanlı sınırlarını, Anadolu’da son Türk varlığının kalmasını bile riske atmıştır. Barış anlaşması imzalanıncaya kadar silâhların susması demek olan ateşkes anlaşmaları resmen dayatmadır. Eğer barış sağlanamazsa anlaşma bozulacak ve savaş yeniden başlayacaktır. Anlaşma devletleri artık tepeden buyruklar yağdırmaktadır.

30 Ekim 1919 günü bu ağır koşullarda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarını tümden sınırlamış, anlaşma devletlerine istedikleri yeri işgal edebilecekleri hükümleri konmuş, memleketin bütün haberleşmesi anlaşma devletlerinin kontrolüne girmiş, doğudaki altı ilde Ermenistan’ın konuşlandırılmasının kapıları aralanmıştır. Memleketin limanlarından da anlaşma devletlerinin yararlanabileceği hükümleriyle de yetinilmemiş, Osmanlı’ya asayişi sağlayacak biraz asker dışında ordularının terhis etmesi dayatılmıştır.

Anlaşma devletleri bir yandan Boğazları işgal ederken bir yandan da İstanbul’da karargâh kurarak Osmanlı Hükümeti’ni etki altına almış, Anadolu’yu paylaşma plânlarını yürürlüğe koymuştur. İngiliz, İtalyan, Ermeni, Yunanlıların fiilî işgallerine, ya da işgal plânlarını muhatap olan Anadolu halkını zor günler beklemektedir.

Yunan İzmir’e Çıkıyor

Ocak 1919’da 27 devletin katıldığı Paris’teki konferans anlaşma devletleri arasındaki paylaşımdan kaynaklanan çıkar çatışmalarını su yüzüne çıkarır.

Anadolu’nun paylaşımı üzerinde çıkar çatışmalarının yaşandığı bu konferansta İngilizler Akdeniz kesimiyle Batı Anadolu’nun İtalya gibi güçlü bir devlete verilmesini kendi çıkarları açısından uygun görmez.

Bu iş için İngiltere’nin etkisi altında bulunacak bir güçsüz devlet aranmaktadır. İşte bu noktada Yunanistan İngiltere’nin kafasında tam bir biçilmiş kaftandır.

Konferansta “Mondros Ateşkes Anlaşması”nın yedinci maddesinin uygulanması bu anlayışa uygun olarak anlaşma devletleri adına Yunanistan’a bırakıldı.

Oturumun yapıldığı ve 58 başlık altında süren “Paris Konferansı”nda yenilen devletlerin temsilci bulunduramayacağı kararı da olduğundan Türkiye bu konferansta temsil bile edilmez.[5]

15 Mayıs 1919 günü İngiliz ve Fransız savaş gemileri ile desteklenen Yunanlılar, İzmir’e asker çıkartır. Bu da yetmiyormuş gibi anlaşma devletleri ile gizli ilişkiler kuran azınlıklar Anadolu’daki Türk varlığının tümüyle ortadan kaldırılması için içeride yoğun isyanlar geliştirmeye başlar.

İngiliz Kontrolündeki Saray

 Buna rağmen baş gösteren ulusal direnişler düzensiz, yetersiz, ufak boyutlu ve sonucu belirsiz bir karakter taşımakla birlikte sonradan gelişecek ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve yeni tipte bir Türk devletinin yaratılmasına ruh veren özü de içinde taşır.

Anadolu’da işgallere karşı gelişen hoşnutsuzluk Osmanlı Hükümeti’nce geçici görülüyor, Osmanlı Hükümeti değil direnmek, her şeylerini ve kaderlerini İngilizlere teslim etmiş bulunuyordu.

Daha Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın savaşa girmemesini savunan, bu yüzden Enver Paşa’nın başını çektiği İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal Paşa bir yandan yeni görevlere gelen arkadaşları ile bir yandan çok yakın asker çevresi ile görüşüp ateşkes anlaşması hükümlerine uyulmaması, orduların terhis edilmemesi gerektiğini tavsiye etmektedir.

Askerî başarılarından dolayı çevresinde dürüst ve ünlü bir kişi olarak tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın anlaşma devletlerinin karargâh kurduğu İstanbul’da direnme yanlısı tutumu doğal olarak son derece tehlikeliydi ve durum ciddiydi.

İstanbul Hükümeti’nin ve Padişah Vahdettin’in İngilizlerde çözüm arayan tutumu karşısında Mustafa Kemal Paşa daha o günlerde yeni bir Türk Devleti yaratarak kurtuluşu bu yolla sağlamayı benimsemiştir.

İngilizler, Anadolu’daki huzursuzluktan ve direnmeden rahatsız durumdadır. Doğudaki asayişi ve ateşkesi sağlamak üzere başından beri İngiliz hayranı olan Damat Ferit İngilizlerin de zorlamasıyla Vahdettin tarafından iş başına getirilir.

Bu durum Mustafa Kemal Paşa için bir fırsattır. Damat Ferit’in çevresini tanımaması Mustafa Kemal Paşa’ya avantaj kapılarını aralar.

Mustafa Kemal Paşa doğudaki 9. Ordu’nun başına gelirse asayişi sağlar ve hükümeti sıkıntıdan kurtarabilir. Mustafa Kemal bu düşünceleri inceden inceye Damat Ferit’e kendi çevresini kullanarak telkin ettirir.

Zaten Vahdettin için İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal temiz bir kişidir. Çeşitli çalışmalar sonucu 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal artık 9. Ordu Komutanı’dır. Görevi ise doğudaki İngiliz isteklerini yerine getirmek, asayişi sağlamak, halkın silahlanmasını önlemektir. 

Mustafa Kemal’in göreve gitmeden önce vedalaştığı Vahdettin, İngilizlerin asayiş yakınmalarının giderilmesini rahatlama açısından önemli bulmaktadır.

Ve Mustafa Kemal’e Vahdettin’in son sözü “Paşa, devleti kurtarabilirsin” olmuştur. Bu söze karşı Mustafa Kemal’in verdiği yanıt ise “Elimden geleni yapacağım” şeklindedir.

Atatürk’ün sağlığında Amerikan elçisi olan ve kendisiyle uzun konuşmalar yapan General Sherill’e göre : “Talih bir taraftan Yunanlıları İzmir’e çıkarırken öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu.

Vahdettin Mustafa Kemal’i Samsun’a ordu müfettişi olarak göndermekle, başkenti arzu edilmeyen şahsiyetten kurtarmayı düşünmüştür. Yunanlıları İzmir’e gönderen Loyd Corc ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin eden Vahidettin adındaki iki kukla talihin aleti olmuşlardır.

Vahidettin Almanya seyahatinde (15 Aralık 1917- 4 Ocak 1918) refakatindeki Mustafa Kemal Paşa hakkında iyi intibalar edinmişti.

Her ikisinin Enver Paşa’yı sevmemeleri, onları birleştiriyordu. Mustafa Kemal’in yurt sevgisi herhalde Vahidettin’in gözünden kaçmamış olmalıydı. Fakat bu hükümdar, kendi durgunluğu ile Mustafa Kemal’in ateşli ruhu arasındaki uçurumun farkına varamamıştı”.[6]

 Mustafa Kemal Paşa Samsun’da

 

“On dokuz Mayıs bindokuzyüzondokuz

Bir eski kıyı kenti Samsun.

Bu başlayan yeni bir gün değil, bir çağ

Duyar milyonlarca yüreğin çarpıntısını

Kocaman yüreğindeki kocaman vuruşta.

Bu vuruş, böyle canlı ya, ölüm öldü.

“Ferman padişahın dağlar bizim” demiş Dadaloğlu

Bunu diyemeyecek mi bir Mustafa Kemal

Saray bitik, hayır yok saraydan

Vahdettin İngilizlerin avucunda yitik”[7]

Yunanlıların İzmir’e çıkartma yapmasından bir gün sonra 16 Mayıs’ta yeni görevine gitmek üzere Mustafa Kemal İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiştir.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal görünüşte İstanbul Hükümeti’nin memurudur. İstanbul Hükümeti de ona asayişi sağlamak ve İngilizlere karşısında rahatlamak noktasında güvenmektedir.

O nutkunda belirttiği gibi yapacağı işleri kimseye sezdirmiş değildir. Sadece İstanbul’dan ayrılmadan bir gün önce yakın arkadaşı Fethi Okyar’a “Hükümet ve Saray benim hakkımda derin bir gaflet içinde bulunuyor” demiştir.

Mustafa Kemal Saray ve İstanbul Hükümeti etrafında köhnemiş kadroyla hiçbir iş yapılamayacağını anlamıştır. 25 Mayıs’a kadar Samsun’da kalan Mustafa Kemal işe başladığına dair önce İstanbul Hükümeti’ne telgraf çeker.

Samsun’daki İngilizlerle asayişin nasıl sağlanacağı konusunu görüşür. Bu sıralarda İzmir’in işgaline tepkiler büyürken İngilizlerin kontrolündeki bir Samsun’da iş yapmak hayli zordur.

Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçer. Anadolu’daki dağınık birliklerin komutanlarını kendine bağlar. Tercihleri önlemeye başlar. Yurdun dört bir yanında mitingler yapılması için talimatlar verir.

Sakladığı düşünceleri ve faaliyetlerini artık açıkça yapmaktadır. İstanbul Harbiye Nezareti’ne 3 Haziran’da çektiği telgrafta özetle şunları söyler :

“İzmir yöresinde görüle gelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını ve ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim.”

Mustafa Kemal’den zaten kuşkulanan, ancak Damat Ferit ve Vahdettin’in atamasına karşı çıkamayan İngilizler Padişah’a ve İstanbul Hükümeti’ne 6 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a dönmesini emrettirirler.

Mustafa Kemal ve yakın çevresi için artık ok yaydan çıkmıştır. Batı cephesinde ise durum vahimdir. Yunanlılar Ege’de ilerleyişini hızla sürdürmektedirler. Küçük çaplı milis direnmeleri gerek batıda, gerekse güneydoğuda Fransızlara karşı zayıf ta olsa devam etmektedir.

Bu direnen milis kuvvetlerin adı “Kuva-yı Milliye”, yani “ulusal kuvvetler” olmuştur. Asıl büyük mücadele başlayıncaya kadar Kuva-yı Milliye düşmanı oyalamakta ve zaman zaman durdurmakta büyük hizmetler verir.

Havza’dan Amasya’ya en yakın arkadaşları Ali Fuat Paşa ve Bahriye Nazırı Rauf Bey’le gelen Mustafa Kemal ünlü Amasya Tamimiyle kartlarını gerek İstanbul Hükümeti’ne, gerek İngilizlere karşı bütünüyle açmıştır.

Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğuna işaret eden tamimde askeri birliklerin terhis edilmeyeceği, dolayısıyla ateşkesin mümkün olmayacağının altı çizilmekte, Sivas’ta bir ulusal kurul toplanmasının âciliyetine dikkat çekilmektedir.

3 Temmuz’da Amasya’dan sonra Sivas üzerinden Erzurum’a geçen Mustafa Kemal yoğun çalışmalar sonucu ilk büyük ulusal kongreyi burada 23 Temmuz’da açar. Gücünü ulusal iradeden alan bir hükümetin Anadolu’da kurulup çalışabileceğini belirginleştirir.

8 Temmuz’da Dâhiliye Nezareti’nin görevden aldığı Mustafa Kemal için bir de Damat Ferit’in teklifiyle Vahdettin’in imzaladığı o ünlü, devlet memurluğundan alınması da eklenir. Mustafa Kemal’in artık yetkileri yoktur.

Samsun’dan Kırşehir’e, MUSTAFA KEMAL

Bozulan dengeler ve Birinci Dünya Savaşı

 19.Yüzyılın sonlarına doğru Almanya’nın çok güçlü bir devlet olarak ortaya çıkışı, dünyadaki güç dengelerini altüst etmiştir. Bu durum, İngiliz ve Fransız çıkarlarını Alman çıkarları ile karşı karşıya getirir. Almanya ile Rusya arasındaki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, içinde barındırdığı Slavlar nedeni ile Balkanlarda Rus çıkarlarına karşı tavır koyar. Rusya ile Avusturya-Macaristan arasındaki anlaşmazlıkta Almanya, Rusların Balkanlar’daki nüfuzunu kırmak ve Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini kolaylaştırmak için Rusya’nın karşısında olur. Bunun üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa’nın politikasına yaklaşır. 20. Yüzyıl’ın başlarında büyük devletler böylece kesin ve keskin bir çıkar gruplaşmasının içine girer. “Eşitsiz gelişim” ve bunun üzerinde yükselen gruplaşmalar dengelenmediği ve buna engel olunamadığı için, dünyayı ve insanlığı Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyen korkunç süreç de böylece başlar.

28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdının Saraybosna’da öldürülmesi, bu savaşa neden gibi gösterilse de, bu artık işin bahanesidir. Kartlar açılmış, Avrupa’nın büyük devletleri peş peşe birbirlerine savaş ilân etmeye başlamıştır.

Rusya, Fransa ve İngiltere bu savaşta “Anlaşma” devletlerini oluştururken, Almanya ve Avusturya-Macaristan “Bağlaşma” devletleri içinde yer alır. Dünya toz-dumandır. Başlangıçta Almanya’nın safında yer alan İtalya, bir süre savaşı izler. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu “bağlaşma devletleri” içine katılır.

Enver Paşa’nın “Turan” Hülyası

İnsanlık, o güne kadar görmediği bir felâketle Birinci Dünya Savaşı’nın içindedir artık… 1914 Ağustos’unda Avrupa savaşı niteliği kazanan savaş, Osmanlı Hükümeti’nce soğukkanlı karşılanır. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin oluşturduğu anlaşma devletleri, Osmanlı’nın bu savaşta devre dışı kalmasını istemektedir. Özellikle de İngiltere Ortadoğu yolunun güvenliği açısından buna şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Hatta Osmanlı’ya savaşa girmemesi karşılığında yardım yapmaya ve “kapitülâsyonlar”ı kaldırmaya hazır olduklarını belirtirler.

Enver Paşa

Ancak Balkan savaşlarından sonra memleketin yönetimine hâkim olan “İttihat ve Terakki”nin güçlü adamı Harbiye Nazırı Enver Paşa, bu savaşta Almanların galip geleceğini, Rusların yenileceğini, tam da bu fırsatta Kafkaslar ve İran üzerinden Orta Asya’ya geçilerek büyük bir Turan İmparatorluğu kurulacağını düşlemektedir. Enver Paşa’nın bu hülyası ile Alman çıkarları görünüşte aynı paralellik arz etmekte ve Almanlar Enver Paşa’yı kışkırtmaktadır. Almanlar’a göre, Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılmış olacak, böylece Almanlar’ın yükü azalacak ve işleri kolaylaşacaktır. Enver Paşa “Turan”  hülyası ile Almanya’nın yanında Osmanlı’yı savaşa zorlarken anlaşma devletleri tam bu sırada Osmanlı’nın savaşa girmemesi karşılığında tek taraflı olarak kapitülâsyonları kaldırır. Ne var ki Enver Paşa Almanlar’ la gizlice anlaşır.

Ülkeyi bu büyük yangına sokan Turan hülyasının serüvencileri, sadrazam Sait Halim ve kilit kişilikleriyle Talat ve Enver paşalar Alman elçisi Von Wangenhaim ile sürdürülen görüşmelere Babıâli’nin ve de Sultan V. Mehmet’in rızasını da alarak katılmışlardır. 1878’de Rusya’ya terkedilmiş Doğu Anadolu illeri, Ege ve Akdeniz adalarıTrablusgarp, Rumeli’nin zengin topraklarını kazanmak, Kafkas ötesi ve Orta Asya’da ecdattan kalma toprakları yeniden fethetmek, aynı anda da bazı batılı güçlerin üzerlerindeki siyasi ve mali boyunduruğu kırmak için çıkış yolu olarak “savaş” görülür, Akdeniz sularında seyreden Alman donanmasının Goeben ve Breslau zırhlıları Afrika’daki Fransız üslerini bombardıman ettikten sonra Osmanlı sularına sığınır. İngiltere bu iki geminin gözaltına alınmasını hatırlattığında da İstanbul hükümeti bu iki donanmayı “Yavuz Sultan Selim” ve “Midilli” adıyla kendi donanmasına kattığını bildirir.

İngiliz donanmasınca Karadeniz’de kovalanan ve Osmanlı Devleti’ne sığınan iki Alman savaş gemisi satın alınmıştır. Bu iki Alman savaş gemisi yine Enver Paşa’nın gizli bir talimatıyla 29 Ekim 1914’te Karadeniz’e açılır. Enver Paşa ve Almanlar arasındaki bu senaryo artık Osmanlı Devleti’ni savaşın içine atmış, Kasım 1914’te Osmanlı savaşa tutuşmuştur bile…

Osmanlı’nın savaşa girişi Almanların iştahını artırır. Osmanlı İmparatorluğu ateş açarsa Ruslar birliklerini Kafkasya’ya kaydıracak, İngiltere Süveyş kanalıyla Mısır’ı korumanın peşine düşecek batı cephesi üzerindeki baskı azalacaktır. 21 Ekim’den başlayarak ilk Alman altın kasaları İstanbul’a ulaştığında hemen ertesi gün 22 Ekim’de Enver Paşa Karadeniz’deki Rus limanlarına saldırı emri verir. Ok yaydan çıkmıştır. Rus limanlarını Odessa, Sivastopel ve Novorossisk’i topa tutmaya başlamıştır. Çarlık Rusya’sına 2 Kasım’da savaş ilan etmek düşer. Sultan V.Mehmet bedence ve malca cihada katılmayı en yüce din görevi olarak Osmanlı uyruğundan olsun olmasın bütün müminlere buyruk salar. 1914 Aralık’ının ortalarında bizzat Enver Paşa başkomutan rütbesiyle Kars, Ardahan ve Batum illerini yeniden fethetmek için Rus hedeflerine saldırıya geçtiğinde ünlü Sarıkamış felaketiyle sarsılır. Askerler kara gömülmüş, soğuktan donmuş, salgın hastalıklar yayılmış birkaç hafta içinde de bütün ordu yok olup gitmiştir.[1]

1917 “Bolşevik” ihtilâli ve Kafkaslar

İtilaf devletlerinin kendi aralarında imzaladığı bir dizi gizli anlaşmalarla Osmanlı topraklarını pay pay etmiş, ne var ki bu gizli anlaşmalar; 1917 Ekim’inde Rusya’da çıkan bir ihtilâlle Çarlık yönetimin yıkılmasının ardından, Vladimir iliç ulyanov Lenin’in başında bulunduğu yeni “Bolşevik” iktidarınca ifşa edilir. Bu yüzden gizli paylaşım yürürlüğe sokulamamış ancak sonradan imzalanan “Mondros Mütarekesi” ve savaş anlaşması Türkler üzerinde oynanan oyunu bütünüyle açığa çıkartmıştır.
Eski çarlık Rusya’sının dâhil ve taraf olduğu Bu savaşı sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünen yeni Bolşevik yönetim; eski Çarlık Rusya’sının resmen savaştığı ve aralarında Almanya’nın da bulunduğu bağlaşma devletleri ile derhal temasa geçer. Nitekim ihtilâlden beş ay sonra anlaşma devletleri ile 3 Mart 1918’de “Birest-Litevsk Barış Anlaşması’nı imzalar. Bu anlaşma sonucu Ruslar Kars, Ardahan ve Batum bölgelerini Türklere geri verir

1916 yılı içinde Erzurum, Muş, Bitlis, Trabzon, Erzincan Rusların eline geçer. Savaşın bu kızgınlığında 1917 Ekim’inde Rusya’da çıkan bir ihtilâlle Çarlık yönetimi yıkılır. Viladimir İliç Ulyanov Lenin’in başında bulunduğu yeni “Bolşevik” iktidar Rusya’nın bu savaşı sürdürmesinin mümkün olmadığını düşünmektedir.

İtilaf devletlerinin kendi aralarında imzaladığı bir dizi gizli anlaşmalar[2] Osmanlı topraklarını pay etmiş ne var ki bu anlaşmalar Rus ihtilali ile iş başına gelen yeni Bolşevik yönetimince ifşa edilerek açıklanmasıyla kararlaştırılmış olan paylaşım yürürlüğe sokulamamış ancak sonradan imzalanan “Mondros Mütarekesi” ve savaş anlaşması Türkler üzerinde oynanan oyunu bütünüyle açığa çıkartmıştır.[3]

Çarlık Rusyası’nın resmen savaştığı ve aralarında Almanya’nın da bulunduğu bağlaşma devletleri ile temasa geçen yeni Rus yönetimi ihtilâlden beş ay sonra anlaşma devletleri ile 3 Mart 1918’de “Birest-Litevsk barış anlaşması”nı imzalar. Bu anlaşma sonucu Ruslar Kars, Ardahan ve Batum bölgelerini Türklere geri verir ve Kafkasya’yı önemli ölçüde boşaltır.

Bu fırsatta Kafkasya’ya doğru ilerlemeye başlayan Osmanlı birliklerinin Turan yolu açılmış gibi görünmektedir. Ancak başlangıçta çıkarları gereği Enver Paşa’nın Turan hülyasını okşayan Almanlar bu durumu önlemek için elinden geleni yapar. Savaşın bitiminde Rusya ile bağlaşma devletleri arasındaki bu anlaşma da anlaşma devletlerince geçersiz sayılır ve Kafkasya Osmanlı Devleti’nce boşaltılır.

 

… Ve Amerika savaşa giriyor

Tüm bu cephelerde iç açıcı olmayan manzaraya karşı savaş bir cephede, Çanakkale’de başka türlü seyretmektedir. İtilaf devletleri orduları dalgalar halinde gelip Gelibolu istihkâmlarının eşiğinde ölecek ancak tek bir kilidi bile söküp atamayacaktır. Tüm bu Türk birliklerinin başında genç bir Albay canla başla savaşmaktadır ve adı da Mustafa Kemal’dir onun.[4]

Birinci Dünya Savaşı’nın daha başlangıcında güçlü İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazı’ndan geçerek başkent İstanbul’u bombardıman tehditi altında baskıya alarak Osmanlı devletini savaş dışı bırakma planı böylece yenilgiyle sonuçlanıyor, birleşik donanmanın Marmara’ya girişine izin verilmiyor, çileden çıkan İngiliz ve Fransızlar Avusturalya ve Yeni Zelanda askerleri ile takviye ettikleri birlikler ile Gelibolu yarımadasına zorlarken dünya tarihinin en kanlı savaşlarından birini başlatmış oluyorlardı.

Mustafa Kemal, Gelibolu Siperlerinde

Birinci Dünya Savaşı boyunca doğudaki bu manzaraya karşı Çanakkale cephesinde Türk gücü ve vatanseverliği anlaşma devletlerini yener. İstanbul kurtulurken Irak cephesinde Türk kuvvetleri Kut-ül Amare’yi boşaltmak zorunda kalır. Bağdat İngilizlerin eline düşer. Filistin cephelerine yine Almanların kışkırtmasıyla ile giren Türk birlikleri çekilmek durumunda kalır. Almanya’nın çok gelişkin sanayiine rağmen İngilizler’ in denizlere egemen olması nedeniyle dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkileri kesilir. Henüz tarafsız olan Amerika Birleşik Devletleri İngiliz ve Fransızlara yoğun silah satışında bulunur. İngiliz ve Fransızlara savaş malzemesi taşıyan Amerikan gemilerinin birçoğu batırılır. Artık Amerika Birleşik Devletleri anlaşma devletlerinin yanında savaşın içindedir.

Genç, dinç ve güçlü Amerika Birleşik Devletleri Batı Avrupa cephelerine birlikler akıtmaktadır. Rusya’nın 1918 başlarında savaştan çekilmesi durumu değiştirmez. Batı cephesinde iyice güçlenen anlaşma devletleri Almanları geri atarken, Osmanlı Devleti’nin güney cephelerini de çökertmiştir. Bozguna uğrayan Almanya’da artık iç ayaklanmalar başlar. Savaş 1918’de anlaşma devletlerinin üstünlüğü ile sonuçlanır.

Anadolu’nun Paylaşımı Masada

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde dört imparatorluktan ikisi çöker ve parçalanırken diğer iki imparatorluk ta hem nitelik değiştirmiş, hem de ufalmıştır.

Bir uluslar mozaiği olan Osmanlı“Ulusal Devrimler Çağı’nın karşı konamaz ateşiyle karşılaşıyor, imparatorluğun yapısı içindeki birimlerde dağılma sürecine giriyordu ki, bu tarihi gelişim süreci içinde kapitalizm ve burjuva devrimlerinin Osmanlı imparatorluk yapısını ulusal devletlere bölerek parçalamasından başka bir şey değildi.

İkdam Gazetesinin; Talat, Enver ve Cemal Paşaların yurt dışına kaçışını duyuran ilk sayfası, 4 Kasım 1918

Osmanlı İmparatorluğu sadece savaşı yitirmemiş, itilaf devletlerinin işgaline boyun eğerek kâğıt üzerinde “bağımsız devlet” olmuş, Talat, Cemal ve Enver Paşalar halktan yakalarını kurtarmak için Alman gemisi ile Odessa’ya oradan da Berlin’e geçer. Savaş alanlarında ölmüş yüzbinlerce asker can alıcı salgın hastalıklar, kıtlıklar, karaborsa ve sefaletin tüm öfkesi Enver Paşa’nın başında bulunduğu İttihat ve Terakki’nin yöneticilerini hedef alır. Giderek sarayla iç içe olan İttihat ve Terakki Partisi’nden doğan boşluğu yine saraya yakın ve sonradan ulusal direncin karşısında saf tutacak “Hürriyet ve İtilaf” partisi doldurmaya başlar.

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin Savaştığı Cepheler

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu bırakın Osmanlı sınırlarını, Anadolu’da son Türk varlığının kalmasını bile riske atmıştır. Barış anlaşması imzalanıncaya kadar silâhların susması demek olan ateşkes anlaşmaları resmen dayatmadır. Eğer barış sağlanamazsa anlaşma bozulacak ve savaş yeniden başlayacaktır. Anlaşma devletleri artık tepeden buyruklar yağdırmaktadır.

30 Ekim 1919 günü bu ağır koşullarda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarını tümden sınırlamış, anlaşma devletlerine istedikleri yeri işgal edebilecekleri hükümleri konmuş, memleketin bütün haberleşmesi anlaşma devletlerinin kontrolüne girmiş, doğudaki altı ilde Ermenistan’ın konuşlandırılmasının kapıları aralanmıştır. Memleketin limanlarından da anlaşma devletlerinin yararlanabileceği hükümleriyle de yetinilmemiş, Osmanlı’ya asayişi sağlayacak biraz asker dışında ordularının terhis etmesi dayatılmıştır.

Anlaşma devletleri bir yandan Boğazları işgal ederken bir yandan da İstanbul’da karargâh kurarak Osmanlı Hükümeti’ni etki altına almış, Anadolu’yu paylaşma plânlarını yürürlüğe koymuştur. İngiliz, İtalyan, Ermeni, Yunanlıların fiilî işgallerine, ya da işgal plânlarını muhatap olan Anadolu halkını zor günler beklemektedir.

Yunan İzmir’e Çıkıyor

Ocak 1919’da 27 devletin katıldığı Paris’teki konferans anlaşma devletleri arasındaki paylaşımdan kaynaklanan çıkar çatışmalarını su yüzüne çıkarır. Anadolu’nun paylaşımı üzerinde çıkar çatışmalarının yaşandığı bu konferansta İngilizler Akdeniz kesimiyle Batı Anadolu’nun İtalya gibi güçlü bir devlete verilmesini kendi çıkarları açısından uygun görmez. Bu iş için İngiltere’nin etkisi altında bulunacak bir güçsüz devlet aranmaktadır. İşte bu noktada Yunanistan İngiltere’nin kafasında tam bir biçilmiş kaftandır. Konferansta “Mondros Ateşkes Anlaşması”nın yedinci maddesinin uygulanması bu anlayışa uygun olarak anlaşma devletleri adına Yunanistan’a bırakıldı.

15 Mayıs 1919 İzmir’e çıkarma yapan Yunan askerleri

Tam 1500 oturumun yapıldığı ve 58 başlık altında süren “Paris Konferansı”nda yenilen devletlerin temsilci bulunduramayacağı kararı da olduğundan Türkiye bu konferansta temsil bile edilmez.[5]

15 Mayıs 1919 günü İngiliz ve Fransız savaş gemileri ile desteklenen Yunanlılar, İzmir’e asker çıkartır. Bu da yetmiyormuş gibi anlaşma devletleri ile gizli ilişkiler kuran azınlıklar Anadolu’daki Türk varlığının tümüyle ortadan kaldırılması için içeride yoğun isyanlar geliştirmeye başlar.

İngiliz Kontrolündeki Saray

Buna rağmen baş gösteren ulusal direnişler düzensiz, yetersiz, ufak boyutlu ve sonucu belirsiz bir karakter taşımakla birlikte sonradan gelişecek ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve yeni tipte bir Türk devletinin yaratılmasına ruh veren özü de içinde taşır. Anadolu’da işgallere karşı gelişen hoşnutsuzluk Osmanlı Hükümeti’nce geçici görülüyor, Osmanlı Hükümeti değil direnmek, her şeylerini ve kaderlerini İngilizlere teslim etmiş bulunuyordu.

Daha Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın savaşa girmemesini savunan, bu yüzden Enver Paşa’nın başını çektiği İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal Paşa bir yandan yeni görevlere gelen arkadaşları ile bir yandan çok yakın asker çevresi ile görüşüp ateşkes anlaşması hükümlerine uyulmaması, orduların terhis edilmemesi gerektiğini tavsiye etmektedir. Askerî başarılarından dolayı çevresinde dürüst ve ünlü bir kişi olarak tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın anlaşma devletlerinin karargâh kurduğu İstanbul’da direnme yanlısı tutumu doğal olarak son derece tehlikeliydi ve durum ciddiydi. İstanbul Hükümeti’nin ve Padişah Vahdettin’in İngilizlerde çözüm arayan tutumu karşısında Mustafa Kemal Paşa daha o günlerde yeni bir Türk Devleti yaratarak kurtuluşu bu yolla sağlamayı benimsemiştir.

 

Mustafa Kemal  9. Ordu Komutanı

9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa,

İngilizler, Anadolu’daki huzursuzluktan ve direnmeden rahatsız durumdadır. Doğudaki asayişi ve ateşkesi sağlamak üzere başından beri İngiliz hayranı olan Damat Ferit İngilizlerin de zorlamasıyla Vahdettin tarafından iş başına getirilir. Bu durum Mustafa Kemal Paşa için bir fırsattır. Damat Ferit’in çevresini tanımaması Mustafa Kemal Paşa’ya avantaj kapılarını aralar. Mustafa Kemal Paşa doğudaki 9. Ordu’nun başına gelirse asayişi sağlar ve hükümeti sıkıntıdan kurtarabilir. Mustafa Kemal bu düşünceleri inceden inceye Damat Ferit’e kendi çevresini kullanarak telkin ettirir. Zaten Vahdettin için İttihatçı asker kadro ile ters düşen Mustafa Kemal temiz bir kişidir. Çeşitli çalışmalar sonucu 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal artık 9. Ordu Komutanı’dır. Görevi ise doğudaki İngiliz isteklerini yerine getirmek, asayişi sağlamak, halkın silahlanmasını önlemektir. Mustafa Kemal’in göreve gitmeden önce vedalaştığı Vahdettin, İngilizlerin asayiş yakınmalarının giderilmesini rahatlama açısından önemli bulmaktadır. Ve Mustafa Kemal’e Vahdettin’in son sözü “Paşa, devleti kurtarabilirsin” olmuştur. Bu söze karşı Mustafa Kemal’in verdiği yanıt ise “Elimden geleni yapacağım” şeklindedir.

Harbiye Nezareti’nin Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu Müfettişliği ‘ne tayin yazısı

Atatürk’ün sağlığında Amerikan elçisi olan ve kendisiyle uzun konuşmalar yapan General Sherill’e göre : “Talih bir taraftan Yunanlıları İzmir’e çıkarırken öbür taraftan onlara karşı koyacak Mustafa Kemal’i Samsun’a getiriyordu. Vahdettin Mustafa Kemal’i Samsun’a ordu müfettişi olarak göndermekle, başkenti arzu edilmeyen şahsiyetten kurtarmayı düşünmüştür. Yunanlıları İzmir’e gönderen Loyd Corc ve Mustafa Kemal’i Anadolu’ya tayin eden Vahidettin adındaki iki kukla talihin aleti olmuşlardır. Vahidettin Almanya seyahatinde (15 Aralık 1917- 4 Ocak 1918) refakatindeki Mustafa Kemal Paşa hakkında iyi intibalar edinmişti. Her ikisinin Enver Paşa’yı sevmemeleri, onları birleştiriyordu. Mustafa Kemal’in yurt sevgisi herhalde Vahidettin’in gözünden kaçmamış olmalıydı. Fakat bu hükümdar, kendi durgunluğu ile Mustafa Kemal’in ateşli ruhu arasındaki uçurumun farkına varamamıştı”.[6]

 

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da

“On dokuz Mayıs bindokuzyüzondokuz

Bir eski kıyı kenti Samsun.

Bu başlayan yeni bir gün değil, bir çağ

Duyar milyonlarca yüreğin çarpıntısını

Kocaman yüreğindeki kocaman vuruşta.

Bu vuruş, böyle canlı ya, ölüm öldü.

“Ferman padişahın dağlar bizim” demiş Dadaloğlu

Bunu diyemeyecek mi bir Mustafa Kemal

Saray bitik, hayır yok saraydan

Vahdettin İngilizlerin avucunda yitik”[7]

 

Mustafa Kemal’i Samsun’a götüren Bandırma Vapuru.

Yunanlıların İzmir’e çıkartma yapmasından bir gün sonra 16 Mayıs’ta yeni görevine gitmek üzere Mustafa Kemal İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal görünüşte İstanbul Hükümeti’nin memurudur. İstanbul Hükümeti de ona asayişi sağlamak ve İngilizlere karşısında rahatlamak noktasında güvenmektedir. O nutkunda belirttiği gibi yapacağı işleri kimseye sezdirmiş değildir. Sadece İstanbul’dan ayrılmadan bir gün önce yakın arkadaşı Fethi Okyar’a “Hükümet ve Saray benim hakkımda derin bir gaflet içinde bulunuyor” demiştir. Mustafa Kemal Saray ve İstanbul Hükümeti etrafında köhnemiş kadroyla hiçbir iş yapılamayacağını anlamıştır. 25 Mayıs’a kadar Samsun’da kalan Mustafa Kemal işe başladığına dair önce İstanbul Hükümeti’ne telgraf çeker. Samsun’daki İngilizlerle asayişin nasıl sağlanacağı konusunu görüşür. Bu sıralarda İzmir’in işgaline tepkiler büyürken İngilizlerin kontrolündeki bir Samsun’da iş yapmak hayli zordur.

Mustafa Kemal Paşa,25 Mayıs’ta Havza’ya geçer. Anadolu’daki dağınık birliklerin komutanlarını kendine bağlar. Tercihleri önlemeye başlar. Yurdun dört bir yanında mitingler yapılması için talimatlar verir. Sakladığı düşünceleri ve faaliyetlerini artık açıkça yapmaktadır. İstanbul Harbiye Nezareti’ne 3 Haziran’da çektiği telgrafta özetle şunları söyler : “İzmir yöresinde görüle gelen olayların ve benzerlerinin baş göstermesine karşı ulusun coşkusunu ve vicdan sızlamalarını ve ne de bundan doğan ulusal gösterileri engelleyip durdurmak için kendimde ve hiç kimsede hiçbir güç göremeyeceğim.”

Mustafa Kemal’den zaten kuşkulanan, ancak Damat Ferit ve Vahdettin’in atamasına karşı çıkamayan İngilizler Padişah’a ve İstanbul Hükümeti’ne 6 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a dönmesini emrettirirler. Mustafa Kemal ve yakın çevresi için artık ok yaydan çıkmıştır. Batı cephesinde ise durum vahimdir. Yunanlılar Ege’de ilerleyişini hızla sürdürmektedirler. Küçük çaplı milis direnmeleri gerek batıda, gerekse güneydoğuda Fransızlara karşı zayıf ta olsa devam etmektedir. Bu direnen milis kuvvetlerin adı “Kuva-yı Milliye”, yani “ulusal kuvvetler” olmuştur. Asıl büyük mücadele başlayıncaya kadar Kuva-yı Milliye düşmanı oyalamakta ve zaman zaman durdurmakta büyük hizmetler verir.

Havza’dan Amasya’ya en yakın arkadaşları Ali Fuat Paşa ve Bahriye Nazırı Rauf Bey’le gelen Mustafa Kemal ünlü Amasya Tamimiyle kartlarını gerek İstanbul Hükümeti’ne, gerek İngilizlere karşı bütünüyle açmıştır. Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığının tehlikede olduğuna işaret eden tamimde askeri birliklerin terhis edilmeyeceği, dolayısıyla ateşkesin mümkün olmayacağının altı çizilmekte, Sivas’ta bir ulusal kurul toplanmasının âciliyetine dikkat çekilmektedir.

3 Temmuz’da Amasya’dan sonra Sivas üzerinden Erzurum’a geçen Mustafa Kemal yoğun çalışmalar sonucu ilk büyük ulusal kongreyi burada 23 Temmuz’da açar. Gücünü ulusal iradeden alan bir hükümetin Anadolu’da kurulup çalışabileceğini belirginleştirir. 8 Temmuz’da Dâhiliye Nezareti’nin görevden aldığı Mustafa Kemal için bir de Damat Ferit’in teklifiyle Vahdettin’in imzaladığı o ünlü, devlet memurluğundan alınması da eklenir. Mustafa Kemal’in artık yetkileri yoktur.

Güç Şartlar Altında Sivas

Mustafa Kemal ve bazı Sivas Kongresi katılımcıları

Erzurum’dan Sivas’a geçmek için parası bulunmayan “Hey’et-i Temsiliye”ye, bir emekli bin başı 900 lira olan tüm parasını ödünç vermiş 10 lira da kendi aralarında toplayarak 29 Ağustos 1919’da Erzurum’dan hareket edilmiştir.

 

Erzurum Kongresi’nin ardından Sivas’a geçen Mustafa Kemal bütün güçlüklere rağmen Sivas Kongresi’ni açar. Ateşli tartışmaların yapıldığı kongrede ne üzücüdür ki hâlâ Padişah’a bağlı kalmaktan başka çare olmadığını ileri sürenler Mustafa Kemal’in kongre başkanlığına bile itirazda bulunurlar.

 

Damat Ferit’in ve Vahdettin’in görüşüne katılanlar Anadolu’daki direnişlerin ne başkaldırıların Osmanlıları İngilizlere karşı zor durumda bırakacağını ileri sürer.

 

Bu zorlu dönemde İstanbul hükümetince ve de İngilizlerce Mustafa Kemal’i ve çevresini “Bağımsız Kürdistan” istemleriyle de boğmak istemişlerdir. Mustafa Kemal’in 9 Eylül’de Sivas’ta iken konuya ilişkin çektiği telgraflar bu durumu aydınlatmaya yetmektedir.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ölü veya diri yakalamak, ulusal başkaldırıyı bastırmak için Elazığ Valisi Ali Galip’in başarısız girişiminin ardından Damat Ferit bu defa aynı hain plan için Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı memur eder. Muhiddin Paşa beraberinde kalabalık jandarma müfrezesi ile birlikte Sivas’ı basacak Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölü ya da diri ele geçirmeye çalışacaktır. Bu plan öğrenilir öğrenilmez durum Ankara’da bulunan kolordu komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ya bildirilmekle kalınmaz aynı anda o sıralarda Kırşehir Keskin yöresinde bulunan Kuvayı Milliye reislerinden Rıza Bey’e (Kendisi sonradan Kırşehir mebusu olmuştur) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın tutuklanıp Sivas’a getirilmesi ricasında bulunulur.[8]

Sonuçta Muhiddin Paşa Kırşehirli Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuva-yı Milliye müfrezelerince yakalanarak Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının huzuruna getirilir.

Keskin’li Rıza Bey (Silsüpür) Ankara Valisi Muhiddin Paşa’yı 19 Eylül 1919 günü Keskin’le Elmadağ arasındaki Kılıçlar belinde müfrezesiyle birlikte yakalamıştır.[9]

Esasen Ankara Valisi Muhiddin Paşa, “Mestuve tahsisat“tan (örtülü ödenek) para ile Çorum’a gelerek orada bazı tertibat ve telkinat icra etmekteyken haber alınmış. Çorum’dan Ankara’ya doğru firar ettiği sırada yakalanmıştır.

Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın Rıza Bey’in başında bulunduğu Kuva-yı Milliyecilerce tutuklanıp Sivas’ta Mustafa Kemal’i tesliminden sonra ilk mecliste “Kırşehir Mebusu” olacak Ankara defterdarı Yahya Galip (Kargı) Ankara Valiliği’ne getirilmiştir. Kırşehir mebusu olan Yahya Galip, Yozgat’ta baş gösteren “Çapanoğlu İsyanı”nın bastırılmasına kadar Ankara valiliği görevinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal’in huzuruna çıkartılan ve de can telaşıyla pişmanlığını ifade eden devrik Ankara Valisi Muhiddin Paşa’dan Hey’et-i Temsiliye için çalışacağına dair namus sözü alındıktan sonra kendisi İstanbul’a gönderilmiştir.

Ankara ve çevresinde ulusal hareketlerin daha bir serbest şekilde yürütülmesi İstanbul cephesinde ciddi bir sancı olmuş Ankara valiliği de bu anlamda önemsenmiştir. Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin yapılacak olan milletvekili seçimlerine katılmama sebeplerinden birini de Ankara valisi Muhiddin Paşa’nın Keskin’de yakalanarak Muhafaza altında Sivas’a götürülmesi olayı olmuştur.[10]

XIX. yüzyılın sonu XX. Yüzyılın başlarında Keskin ve Mecidiye kazaları olan Kırşehir ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca da Mecidiye, Avanos, Mucur kazalarıyla birlikte Ankara’ya bağlı bir sancaktır.

Ankara’da bu dönem Muhiddin Paşa gibi ulusal hareketin aleyhinde çalışan bir valinin bulunması Kırşehir’de ortaya çıkan ulusal bilincin; Mustafa Kemal ve arkadaşlarına destek veren eylemliliğini köreltmeye yetmemekle birlikte etkilediği de bir gerçektir.

Vali olmanın idari nüfuzuna da kullanan Muhiddin Paşa, Hacıbektaş’taki Bektaşi Şeyhlerini, İstanbul Hükümeti safına çekmek için yoğun çabalar harcamış Ali Fuat Paşa’nın çabalarıyla bu hain tutum başarısız kalmıştır.[11]

Söz konusu dönemde Kırşehir’e bağlı bulunan Avanos İlçesinin Kaymakamı Enver Bey’in değiştirilmesine de teşebbüs edilmiştir ki, Mustafa Kemal ve 9 Heyet-i Temsiliye üyesinin aldığı kararla Milli Harekât ve Teşkilata yardım hizmetleriyle öne çıkan bu Avanos Kaymakamı Enver Bey’in görevden alınılmasının önüne geçilmesi için hem 11. Fırka Komutanlığına bildirimde bulunulmuş hem de Kırşehir Mutasarrufluğunun nazari dikkatinin çekilmesi istenmiştir.

Eylül 1919’da Sivas kongresine katılmak üzere İstanbul’dan gelen gizli karakol cemiyetinin yöneticisi Kara Vasıf Bey; “Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın sık sık Kırşehir’e gittiğini, orada Bektaşi Şeyh ve babalarını milli mücadeleye karşı kışkırttığı” haberini getirdiğinde bu durum Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsiliye için hiç de yadırganmamıştı.

Kırşehir’deki Bektaşi dergâhıyla ilişki kurmaya çalışan İstanbul hükümetinin girişimlerine karşılık 10.Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa, Miralay Osman Bey’i Hacıbektaş’ta bulunan Cemalettin Çelebi’nin yanına yollamış, bu Osman Bey Ankara Valisi Muhiddin Paşa’nın İstanbul hükümeti adına yürüttüğü çabaların başarısızlığını yerinde görerek Ali Fuat Cebesoy’u bilgilendirmiştir.

Ankara Valisi Muhiddin Paşa, İngilizlerin sağladığı paralarla Hacı Bektaş Çelebisi yoluyla Bektaşileri İstanbul Hükümeti yanına çekmeye çalıştıysa da, demokratik dünya görüşü ve ulusçuluk anlayışına sahip olan Bektaşi tarikatı ve Bektaşiler, dini temsil eden hilafet yerine, daha yenilikçi ve demokratik görünümlü ulusçu hareketi desteklemeyi kendilerine daha uygun gördüler.[12]

Ulusal Kurtuluş savaşı süresi içinde Konya Valisi Cemal, Ankara Valisi Muhiddin, Elazığ Valisi Galip, Eskişehir Mutasarrufu Hilmi, Bolu Mutasarrufu Osman Kadir, Yozgat Mutasarrufu Necip haince tutum sergileyen dönemin idarecileri arasında olup bunların hemen tümü “Hürriyet ve İtilaf Partisi ”ne bağlı bulunmuşlardır.[13]

4 Eylül’de başlayan Sivas Kongresi bütün engellemelere rağmen 11 Eylül’de sonuçlanır. Bu kongrede tüm yurttaki direniş örgütleri birleştirilmiş, tek yönetim altına sokulmuş, bağımsızlık için manda gibi isteklerden vazgeçilmiş, İstanbul Hükümeti’nin tutumuna karşı açık bir cephe alınmış, Padişah’a Meclis-i Mebisan’ı toplaması için baskıda bulunulmuştur.

Bu süreler içinde Kuva-yı Milliye bir yandan işgalci düşmana karşı direnirken bir yandan da Damat Ferit’in kışkırtmalarıyla boğulmak istenmiş, doğu Anadolu’da Sivas Kongresi’nde alınan kararları tanımayanlar çıkmış, bunlar derhal susturulmuş, ama daha acı tepkiler İç Anadolu’da görülmüştür. Konya’nın Bozkır ilçesi Damat Ferit’çi bir valinin kışkırtmasıyla Hey’et-i Temsiliye ’ye karşı ayaklanmış, Kuva-yı Milliye birlikleri Eylül sonunda başlayan bu olayları ancak Kasım ayında bastırabilmiştir. Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsiliye üyeleri “Kuva-yı Milliye’yi âmil ve irade-i milliyeyi hâkim kılmak esastır” düşüncesiyle Anadolu’nun düşman istilası altında debelendiği bu süreçte Erzurum ve Sivas kongrelerinin aldığı kararlar doğrultusunda çalışmalarını artık Ankara’da yürütmeyi plânlamıştır.

23 Ağustos 1919’da 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir, Raif, Hüseyin Rauf ve Mustafa Kemal imzalı, Sivas 3. Kolordu Komutanlığına yazılan bir şifreli telgrafta, Sivas Kongresine katılmak için erken hareket edenlerden başka Ankara’dan Hoca Ahmet Efendi, Yozgat’tan Bahri Bey ve bazı İllerden Sivas’a hareket edenlerin isimleri zikredilirken Kırşehir’den Zeki Efendi’nin de delege olarak Sivas’a Hareket ettiği bildirilmektedir[14]

Hey’et-i Temsiliye Sivas’tan Kayseri ve Kırşehir üzerinden Ankara’ya hareket etmek için hazırlıklara başladığında araç lastiği ve benzin parasına muhtaçken ve de Osmanlı Bankası’ndan ulusal davanın zarar görmemesi için “tüccardandır” denilerek bir kişi kanalıyla bin lira tedarik etmek için uğraşırken, Bayburt’un Hars kariyesinde bulunan “Şeyh Eşref” adlı bir yobaz “Harp edeceğim. Allah bana şeriat ilanına memursun dedi” diyerek etraf köylerde beyannameler dağıtmakla halkı Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsileye karşı isyana teşvik etmekle meşguldür. Sonuçta bu isyan bu yalancı peygamber ve oğullarının bertaraf edilerek Hars’ın teslim alınmasıyla sonuçlanmıştır.[15]

Sivas’tan Kayseri’ye

Mustafa Kemal 8 Aralık 1919’da Sivas’ta iken Konya 12.Kor. Alb. Fahrettin Bey’e (Altay) gönderdiği özel bir mektupta temsilciler kurulunun yakında Kayseri’ye, Kırşehir üzerinden de Ankara’ya oradan da Balıkesir yakınındaki Seyitgazi’ye gideceğini ancak bu gidişi gizli tuttuklarını özellikle işaret etmiştir.[16]

Sivas’tan Ankara’ya gidecek Hey’et-i Temsiliye Ankara’ya hareket ederken niçin Kayseri – Kırşehir – Ankara güzergâhını seçmiştir. Bunun en belirgin nedeni Kayseri ve Kırşehir’in Orta Anadolu’nun önemli birikimine sahip şehirleri olmasıydı. Gerek Kayseri’de, gerek Kırşehir’de ulusal Kurtuluş Savaşı’na açık destek veren cemiyetler, dernekler filizlenmeye başlamıştır bile. Mustafa Kemal Paşa’nın bundan haberi olmuştur. 30 Kasım’da Sivas’tan ayrılan 20.Kolordu komutanı Ali Fuat Paşa Hey’et-i Temsiliye’nin takip edeceği yolu ve konak yerlerini seçmek üzere işe başlar. Ali Fuat 12 Aralık 1919’da Ankara’ya gelerek “Kayseri ve Kırşehir muhitlerinde milli heyecanı memnun verici gördüğünü, yol güvenliğinin olduğunu ve Ankara’da hazırlıkların tamamlandığını” bildirerek Sivas’tan hareket edilmesini ister.[17]

Tam da bu sıralarda Damat Ferit Paşa hükümetince alınan karar gereği Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Orbay’ın yakalanarak İstanbul’a getirilmesi emrini yerine getirmek için görevlendirilen Elazığ valisi Ali Galip Kayseri’ye gelemez. Sivas Kongresi’ni basma teşebbüsünde de bulunan Ali Galip Mustafa Kemal Paşa ve çevresi tarafından etkisiz bırakılır.

 Kayseri’deki Karşılama

18 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey (Orbay), Büyükelçi Ahmet RüstemVali Mazhar Müfit (Kansu), Hakkı Behiç beyler ve çalışma arkadaşlarından oluşan Hey’et-i Temsiliye Sivas’tan hareket eder. Hava soğuktur ve kar yağışı devam etmektedir. Otomobilin de üstü açıktır. Ancak saatte 20-25 kilometre süratle giden otomobiller geceyi bir kasabada geçirdikten sonra 19 Aralık 1919 akşamı Kayseri’ye ulaşır. Önde giden Mustafa Kemal Paşa ve Hakkı Behiç’in bulunduğu otomobiller Kayseri’ye girmişler, Mazhar Müfit Bey’in bulunduğu otomobil ise kara saplanmıştır. Karpit lambaları yakarak bulundukları yeri gösteren Yüzbaşı Bedri Bey ve şoförü bir yandan da kurt saldırılarından korunmak için makinalı tüfeği hazır vaziyete getirirler. Nihayet Kayseri’den gelen yardımla Hakkı Behiç Bey’in arabası da Kayseri’ye ulaşır.

Kayseri Milli Süvari Kuvvetleri, Hey’et-i Temsiliye’yi şehre 10 kilometre uzaklıktaki Kumarlı Hanı’nda karşılar. Kayseri’de her yer bayraklarla süslenmiş, gerçek bir milli heyecan yaşanmaktadır. Büyük sevgi gösterileriyle misafirlerini karşılayan Kayserililer gece de fener alayı düzenler. Kayseri sokakları davul-zurna sesleri ve milli şiirler ile inler. Çalışmalar burada da memnuniyet vericidir. Hey’et-i Temsiliye Kayseri’den görkemli bir törenle uğurlanır.

 Kırşehir Atlıları Topaklı ’da

Yolculuk çetin kış koşullarında oldukça zahmetlidir. Kayserililer konuklarına yol azığı olarak börekler, sucuklar, pastırmalar, piliçler koymuşlardır.

Hüsrev Gerede,anılarında; “21 Aralık 1919 sabah saat 10’da Kayseri’den hareket edildiğini,.saat birde Himmet Dede Köyü’nde mola verildiğini. Akşamın altı yirmisinde de Mucur’a gelindiğini”belirtir.

Topaklı ’ya varıldığında Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığındaki Hey’et-i Temsiliye’yi Kırşehir atlıları karşılar. Topaklı ’da nöbeti Kayseri atlılarından Kırşehir atlıları devralır.[18]

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin heyecanı ile memleketin işgal edilmesinin yarattığı derin üzüntü Kırşehir’de milli davaya bağlılığı doruğuna çıkartır.

Heyeti-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Kırşehir’de. CHP Halk Evleri Bürosu yayımları, Milli, Kültür Araştırmaları Serisi ,Ulus Basımevi, 1950 Ankara.
Atatürk’ün 1919’da Kırşehir’e gelişi ile ilgili olarak;1941–1950 yılları arasında hâlâ hayatta bulunan ve birçoğu yurdun dört bir yanma dağılmış, belki de “ömürlerinin son demlerini yaşayan canlı tanıklara”, “mektup ”la ulaşan ve kendisine ulaşan bu cevabi anı mektuplarını 45 sayfalık bir kitapçığın içinde toplamış Sırrı Kardeş…
Tüm bu bir dönem tarih tanıklarının az ve öz, birçoğunun el yazmalarıyla Sırrı KARDEŞ‘e verilmek üzere kâğıda dökülmüş tarihsel anıların mevcut olduğu bu kitap; “CHP Halkevleri Bürosu Yayınları’ndan”, ‘Milli, Kültür Araştırmaları Serisi “olarak 1950 yılında az sayıda basılmıştır. Ulaşımında güçlük çekilen bu kitapçıkta Basın Yayın Halkla İlişkiler Müdürlüğüm döneminde ve bizzat girişimlerimle Kırşehir Belediyesi Kültür-Tarih Yayınları Serisinden 2006 yılında ve 56 yıl sonra “tıpkıbasım” olarak yeniden yayınlanmıştır.
Aralık 1919 ‘da Kırşehir ve ilçelerinde görev yapan vali, Kaymakamlar, Cemiyet Başkanları, Belediye Başkanları, öğretmenler ve kısaca yaşanan sürece hâkim kim varsa, ulaşmış Sırrı Kardeş onlara…
İşte bu küçük kitapçığa anılan giren ve haklı olarak edebileşen isimler:
• Mustafa Kemal‘in Mucur‘a gelişleri sırasında hazır bulunan ve karşılayan dönemim Mucur Kaymakamı ve de en son görev olarak Ankara İI İdare Heyeti Azası iken 1948’de yaşama gözlerini yuman Ahmet Cevat AKIN…
• Aynı dönem, Mustafa Kemal‘in Mucur’a gelişlerinde Mucur’da öğretmen bulunan Servet Hanım…
• Yenice Mahallesi‘ndeki okulda, Mustafa Kemal’in Kırşehir ‘e ilk gelişi sırasında müdürlük yapan ve mini mini öğrenci yavrularıyla büyük önderi karşılayan Öğretmen Ömer AYDIN…
• …Ve şimdi adını bir parka verdiğimiz Halil Sezai ERKUT…
• Büyük önderin Hacıbektaş’a gelişine ait anılarını Sırrı KARDEŞ‘e cevabi bir yazılı mektup olarak ulaştıran eski milletvekillerinden İbrahim TURAN…
• Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Müftü Halil GÜRBÜZ…
• Hususi Muhasebe Müdürü M. Sıtkı DOĞU (Hacı Bey)…
• Eski belediye başkanlarından Esat ULUSOY…
• Kırşehir Halkevi Azası’ndan Fehmi GÖKBULUT…
• Birinci Dünya Harbi’nden mağlubiyetle çıkılmasının ardından, askerlik görevini ifa edip, üzüntüler içinde Kırşehir’e dönen ve çevresinde Milli Mücadele yapılması gerektiğini telkin eden Mülga Kırşehir Gençler Derneği Umumi Katibi ve Kırşehir Türk Ocağı Reisi Hilmi NURAL…
• Mustafa Kemal ‘in daha Harp Okulu yıllarında başlayan, birlikte gizli cemiyetleşmeye kadar varan dava arkadaşlarından ve sonrasında bu karşılıklı güvene bağlı olarak Kırşehir milletvekili bulunduğu sırada aynı zamanda Şark İstiklal Mahkemesi üyeliği görevinde bulunan Milli kahramanlarımızdan Müfit ÖZDEŞ’in yakın akrabası “Garipoğlu” Reşat ÖZDEŞ…
• Yine dönemin canlı tanıklarından Kaman Belediye Reisi Halil GÖNÇ…

Sivas Kongresi’nde alınan kararlar gereği Anadolu’da kurulan bütün ulusal direniş örgütleri “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” altında toplanmış, Kırşehirliler de cemiyetin Kırşehir şubesini Müftü Halil (Gürbüz) Efendi’nin başkanlığında faaliyete geçirmişlerdir. Öğretmen Ömer Aydın, Mehmet Ağa, Hayrullah Efendi’nin yer aldıkları bu cemiyetten başka 1918’de memleketin gidişatını iyi görmeyen Kırşehirli gençler, “Kırşehir Gençler Mahfili[19]” (Kırşehirli Gençler Derneği) ni yedek subaylıktan terhis olan gençlerin öncülüğüyle kurmuşlardır. Elliyi geçkin Kırşehirli gencin görev aldığı bu dernekte Garipoğlu Reşat (Özdeş), Marangöz Yusuf, Necati, Cevat Hakkı (Tarım), Mustafa Hilmi (Nural), tüccardan Mehmet, Mehmet Fevzi (Saçak), Öğretmen Tayyip, Orman Memuru Katırcıoğlu Ahmet (Ersan) da yer almışlardır.

Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 3 Kasım 1919 tarih ve 10 no’lu kararından da anlaşılacağı gibi Kırşehir’de ulusal mücadeleye destek veren cemiyetleşme çok daha erken başlamıştır. Aynı defterin 6 no’lu kararında Hacıbektaş’ta da “Müdafaa-i Hukuk Milliye Cemiyeti”nin kurulmuş olduğu, aynı cemiyetin bir şubesinin de Mucur’da teşekkül ettiği kesindir.

“Kadem bastın safa geldin Mucur’a

 Doğan aylar gibi doğ Kemal Paşa,

 Canım Kurban olsun senin yoluna,

 Düşmanı yurdumdan kov Kemal Paşa.”

 Mucur’a Geliş

Mustafa Kemal Sivas’tan Ankara’ya gitmek üzere yola koyulduğunda Hey’et-i Temsiliye’nin bütün parası 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmeğe yetecek kadardır. Mazhar Müfit Kansu’nun anlatımlarına göre Osmanlı Bankası’nın müdürüne “Bitlis Vali-i Sâbıkı” imzasıyla bir senet tanzim edilmiş, Hey’et-i Temsiliye üyelerinden Bahri Bey de “tüccardandır” diye kefil edilip 1000 lira para alınmıştır.

Mustafa Kemal ve Hey’et-i Temsiliye 20 Aralık 1919’da Mucur’a geldiklerinde saat 8:30’dur. Zamanın Mucur Kaymakamı Cevat Bey[20] Mustafa Kemal’i karşılayarak Hükümet konağında konuk eder. Geceyi Mucur’da[21] durum değerlendirmesi yaparak geçiren Mustafa Kemal Kırşehir’e hareket etmeden önce Hacıbektaş’a uğrayacaktır. Kurtuluş Savaşı Anadolu’nun çoğunluğunu oluşturan köylü toplulukları üzerinde sözü geçenleri de kucaklamalıdır.

1919 Anadolu’sunda 4 milyonun üzerinde alevinin kalben bağlı bulunduğu Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş Dede Postu Vekili Niyazi Salih Baba hala İngilizler’ in soluğunu ensesinden eksik etmediği Vahdettin’e ve Osmanlı hükümeti‘ne güven pompalayan bir durumda olmadığı gibi, “millet ve mukaddes vatanın bekası için” ulusal direncin safında çoktan yer almıştır.

Hacıbektaş’a uğranılmasının önemini dönemin Hey’et-i Temsiliyesi içinde yer alan Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatmaktadır.

“Kayseri’lilerin bir gün daha kalmaklığımız hususundaki ısrarlarına rağmen, hareket mecburiyetinde idik. Çünkü Hacıbektaş’a da uğranılacaktı. Bu mühim bir merkezdi. Bütün Anadolu’daki üç dört milyondan belki de daha ziyade miktara baliğ olan Alevilerin merbut bulundukları Çelebi, Hacıbektaş kariyesinde oturmakta idi. O zaman Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş dede postu vekili Niyazi Salih Baba idi.

Milyonlara varan Alevî ve Bektaşiler, gerçi bitaraf bir vaziyette görülüyorsa da bunlar, Çelebi’nin, dede postu vekilinin emir ve iradesine tâbi olduklarından bu iki zat ile görüşmek onları tarafımıza çekmek için gerekliydi ve hem de Çelebi ile post vekili arasında birde ihtilaf var idi ki bu da varidat getiren bir maddenin ve sairenin temliki ve hisseleri meselesi idi.

Bunu da halletmek, her iki tarafı memnun ederek anlaştırmak bizim için de büyük bir kuvvet teşkil edecekti. Bu milyonlarca halk ihmal edilemezdi. Nitekim Cemaleddin Efendi Birinci Büyük Millet Meclisinde mebus olmuş ve bir aralık Meclis Reis Vekilliği de yapmıştır. İcabı hal bunu yaptırmış olsa gerektir.[22]

Esasen Hacıbektaş tekkesinde “Bel evladı” tabir edilen ve Hacıbektaş neslinden olduklarını iddia eden “Çelebiler”le kendilerini Hacıbektaş’ın “Yol evladı” gören “Babalar” arasında öteden beri şiddetli bir nüfuz rekabeti de mevcut bulunmaktadır. Anadolu ve Rumeli’deki Kızılbaş zümreleri Çelebilere bağlılıklarını kati surette muhafaza ettikleri halde büyük şehir ve kasabalardaki tekkelerde Babaların nüfuzu hâkim olmuştur.[23]

Mustafa Kemal bu noktada “Çelebi” ile “Baba” itilafını da en azından Kurtuluş Mücadelesine zarar vermeyecek bir tarzda çözümlemiştir.

Dönemin Mucur Kaymakamı bulunan Ahmet Cevat Akın; Mustafa Kemal’in Mucur’da iken kendisine Hacıbektaş’taki Çelebileri kastederek “İnkılaplarda her unsurdan, fertten istifade lazımdır” dediğini aktarırken Ali Fuat Paşa’nın Mucur’a Heyet-i Temsiliye ile birlikte değil Mustafa Kemal’den birkaç gün evvel yalnız olarak geldiğini bir gece Mucur’da kaldığını ve Mudafa-i Hukuk Cemiyetinin durumunu sorduğunu ve Mucur’daki teşkilatlanmadan memnun kaldığını belirtmektedir.[24]

Kırşehir’deki Baba Efendi

Hacıbektaş Dede Postu Vekili Niyazi Salih Baba

Nitekim Mustafa Kemal Kırşehir’e gelmeden 6 ay önce 26 Haziran 1919’da Tokat’ta 2.Ordu müfettişliğine yazdığı bir yazıda Kırşehir Hacıbektaş’taki Cemalettin Efendi’nin ve Hacıbektaş Dede Postu Vekili Niyazi Salih Baba’nın Kurtuluş Savaşı’na sağladığı desteği açık bir şekilde ifade eder:

“Tokat ve Amasya yöresi halkının önemli bir bölümü Kırşehir’deki Baba Efendi’ye son derece bağlıdırlar. Vatan ve ulusal bağımsızlığa gelecek zararı gözleriyle görmekte olan bu kişinin şimdiki kanısı şüphe yok ki buna çok müsaittir. Bundan dolayı sözüne ve kendisine güvenilebilecek, zararı gözleriyle görmekte olan bazı kişileri görüştürerek kendilerine uygun görülecek birkaç mektup yazdırarak bu yöredeki toplulukların ileri gelenlerine dağıtılmak üzere Sivas’a gönderilmesini yararlı sayıyorum.[25]

Buna karşı Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin Efendi’den gelen bir telgrafta

Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin Efendi

Hey’et-i Temsiliye çok açık bir destek ifade edilir:

“Devlet, millet ve mukaddes vatanın bekası ve haklarının muhafazası hususunda kurulan Hey’et-i âliyelerine Hey’et-i Temsiliye’nin vâki iştirakı ile fakirhanemizin kabül ve takdir buyrulduğunu tebşir eden telgrafınız alınmakla tâzimlerimizi ve teşekkürlerimizi arz ederiz…” Hacıbektaş Çelebisi Cemalettin. 

Daha Hacıbektaş’a gelmeden önce Sivas’tan Ankara’ya kadar olan yolculuğun hareket saatlerini, durulacak ve konaklanacak yerleri Hüsref Bey en ince ayrıntılarına kadar detaylandırıp Mustafa Kemal’e sunmuş, Mustafa Kemal bu detay yol güzergâhı planını “Mucur’dan Hacıbektaş’a geçileceği” şeklinde düzeltip, Mucur’a varıncaya kadar Hacıbektaş’a gidileceğinin özellikle gizli tutulmasını emretmiştir.[26]

 Hacıbektaşlıların Cumhuriyet Israrı

 Mustafa Kemal ve Hey’et-i temsiliye Hacı Bektaş’a geçtiğinde Sivas kongresinin kararları elden ele dolaşmakta ve kahvelerde okunmaktadır. Hacı Bektaş Çelebisi Cemalettin Efendi açık desteğin ötesinde Mustafa Kemal Paşa’ya “Cumhuriyet taraftarı” olduklarını bile iletir. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde yoğun haksızlıklara uğrayan bu kesimlerin doğacak yeni devletin Cumhuriyet olmasındaki ısrarları şüphesiz Mustafa Kemal’e yüksek moral vermiştir. Ancak Paşa işi bilmektedir. [27]

Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geçmeden önce kendilerine uğrayacağını bilmektedir. Karşılamak üzere Beştaşlara kadar gitmiştir. Oysa aynı Cemalettin Efendi Talat ve Enver Paşalar I. Dünya Savaşı sırasında Hacıbektaş’a ziyarete geldiklerinde bu iki paşayı dergâhın selamlığında karşılamıştı. Dahası bir zamanların Ankara Valisi Sırrı Paşa bile kendi arabasıyla Beştaşlara kadar gelmiş, burada toprağı öptükten sonra Hacıbektaş’a kadar yaya yürümüştü.

Tüm bu durumları Paşa’ya anlatan Mucur Kaymakam Vekili Nihat Bey gözünden kaçmayan bu tezatlığı Paşa’ya “Paşam Çelebi Cemalettin Efendi’nin bu tavrı davamız için falihayırdır” diyordu. Çelebi Cemalettin Efendi Mustafa Kemal Paşa’yı siyah kupa arabasıyla karşılamış, bu arabaya Paşa’yı da alarak Hacıbektaş’a gelmişti.

Hacıbektaş’a Paşa’yla birlikte gelen Mazhar Müfit Kansu anılarına şu notları düşer:

“Biz de Çelebi Efendi’nin sarayı denilen harem selâmlık büyük ve fakat siyah toprak sıvalı binanın selâmlığının önünde durduk.

Bizi istikbal ile merdivenden çıkınca bir odaya aldılar. Oda eski usul sedirlerle çevrilmiş, birkaç iskemle konulmuş, sigara masaları vesaireden ibaret eşyası ile, hiç de mükellef ve müzeyyen değildi. Bu mütevazı oda Çelebi’nin kabul odası imiş. Beş altı dakika sonra Çelebi Efendi geldi.

Çelebi Cemaleddin Efendi orta boylu, tıknazca ve kara sakallı, başında yeşil bir sarık sarılmış, cübbeye benzer siyah bir pardösü giymiş kıyafette idi. Paşa bizi takdim etti. İlk mülâkatlara mahsus havai sözler söylendi. Ve bir müddet sonra ‘İstirahat buyurunuz’ diye Cemaleddin Efendi hareme gitti. Ortalık kararınca odaya bir masa getirilerek rakı takımları konuldu. Cemaleddin Efendi geldi. Rahatsız olduğundan içmediğini fakat şerefimize içeceğini söyleyerek rakıya başladı. Paşa: “Biz de içmiyoruz!” cevabını verince Cemaleddin Efendi: “Burada içmemek nasıl olur? Bu âdeta bizi tahkirdir!” diye kadehi Paşa’ya sundu.

Birkaç kadeh rakıdan sonra yemek yenildi. Ve Paşa, Çelebi ile görüşerek, tamamen Kuvayi Milliye’ye taraftar olduğuna dair söz aldı ve buraya gelmekten maksadımız da hâsıl oldu. Bu müzakere pek uzun sürmedi. Çelebi Efendi derhal vaziyeti kavradı ve adamlarına lâzım gelen talimatı vereceğini vadetti. Paşa’nın vaziyet ve giriştiğimiz mücadele hakkında verdiği tafsilât Çelebi’nin nazarı dikkatini celp etti. Hatta Çelebi daha ileri giderek cumhuriyet taraftarlığını ihsas ettirdi ise de Paşa zamanı olmayan bu mühim mesele için müspet veya menfi bir cevap vermeyerek gayet tedbirli bir surette müzakereyi idare etti. Anlaşılıyor ki Cemaleddin Efendi cumhuriyete taraftar, hele Salih Baba, hür fikirli, çok ileri bir zat. Ertesi gün Hacı Bektaş türbesi ziyaret edildi ve Salih Niyazi Baba’nın öğle yemeği davetinde bulunduk. Salih Baba türbenin ve dergâhının her tarafını gezdirdi. Meydan evi denilen mahalde yere küçük ve alçak bir masanın üzerine konulan büyük bir sininin etrafına oturduk. Hepimizin önünden dolaşan uzun bir havlu, yemekte çatal, bıçak vardı. Çok nefis bir yemek… Can denilen müritler pek mükemmel ve sessizce hizmet ediyorlardı. Doğrusu yemekteki bu intizama hayret ettik. Yemeği müteakip ucu zıvanalı sigaralar ve kahveler de ikram edildi. O gün akşamüstü Mucur’a avdet edileceğinden, hareket zamanına kadar hoş bir sohbet ile vakit geçirildiği gibi, Çelebi ile Baba arasındaki ihtilâf bir derece halledilir bir şekle konuldu.

Alfred Rüstem Bey bu dergâhta çok merakla her şeyi tetkik ediyordu. Ve beraberce Aş Dede’nin odasına girdik; ocağa konulmuş eski zamandan kalma gayet büyük bir kazan vardı, onun yanında pösteki üzerinde çubuğunu içmekte olan baba oturuyordu. Baba bu tarihî kazanın muhafızı ve aşa ait hususatın müdürü olacak galiba. Rüstem Bey, Baba’ya hitaben:

 Baba Efendi, bu kazan hangi tarihten kalmadır ve kimler tarafından kullanılmıştır?

Baba:

 Pirimiz zamanından kalmadır.

Rüstem Bey:

 Evet. Tarihi malûm mudur? Nasıl olup da bu ana kadar kalmıştır?

Baba:

 Eski zamana sizi çok meraklı görüyorum. İşte bu kazan Pirimizden kalmıştır. Bize lâzım olanı bu; biz bugünü düşünür, yarına Allah kerim deriz. Geçmiş zamana da hu.

Rüstem Bey ile Aşbaba’nın yanından çıktık, Rüstem Bey: ‘Beklediği kazanın tarihini bilmiyor bu cahil adam!’ diye kızdı, fakat biraz sonra da:

 Monşer, Baba’nın felsefesi tuhaf: ‘Bu günü düşünmek, yarına Allah kerim, geçmişe hu’; evet, bu da bir meslek olabilir. Amma, çok kritik olur.

 Canım Rüstem Bey, dedim, biz buraya felsefe yapmağa, felsefe aramağa gelmedik. İşte Aşçı Dede bir kazan bekliyor vesselâm.

Gülüşerek, sonra Kırklar meydanını, camii, Balım Sultan’ı ziyaret ettik. Her taraf temiz, işler büyük bir sükûnet ile, telâşî gösterilmiyerek görülüyor. Herkes vazifesini biliyor. Doğrusu taktirde bulunduk.

Bir sıra Mustafa Kemal Paşa yanıma sokularak: ‘Büyük babalara ellişer lira verelim.” dedi. Ben de muvafık gördüm. Aş Baba’dan başlıyarak ellişer lira verdik. Hizmet edenleri de sevindirdik. Fakat Aşa Baba parayı alırken: ‘Eyvallah, fakat bu benim şahsıma değil, dergâha aittir.’ dedi.”[28]

Mustafa Kemal Bektaşilerin gözünde kutsal bir varlıktı. Hz. Ali ve Hacı Bektaşi Veli Mustafa Kemal olarak “Tecelli ediliyor”du. Bu kişi Hz. Ali ve Hacı Bektaşi Veli’nin “Don değiştirmesi” ydi. Yüzyıllardır beklenilen “Mehdi” olarak yeryüzüne gelmiş, görevi ise “Kızılca kıyamet” aşamasına varmış toplumu kurtarmaktı. Alevi halka göre Mustafa Kemal “Evliya”dan başka bir şey değildir. Ancak “Evliya”lar böyle “dar” günlerde ortaya çıkar ve halkı kurtarır.

İşte Mustafa Kemal hakkında Alevi-Bektaşi halkının inancı budur. Nitekim neden sonra 1921 yılında Konya valisine Mecitözü kaymakamınca çekilen bir telyazıda “son günlerde Alevilerin Büyük Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ‘mehdi’ (gerçek kurtarıcı) diye anmaya başladıkları” bildiriliyordu.[29]

Hacıbektaşlıların konuğu olan Mustafa Kemal ve arkadaşları Mucur üzerinden Kırşehir’e doğru hareket ettiğinde coşkularına yeni coşkular katmışlardır. Kırşehir’de karşılama hazırlıkları yapılmaktadır. Kaldı ki Kırşehir atlıları Paşa’yı Topaklı ’da karşılamış, birçok Kırşehirli, Hacıbektaş’a ve Mucur’a giderek karşılamada bulunmuşlardı.

24 Aralık 1919 Çarşamba günü öğleye doğru Mucur’dan çıkan Hey’et-i Temsiliye’nin yolu sabırsızlıkla, coşkuyla, heyecanla beklenmektedir. Kırşehir’den 200 kadar atlı Gölhisar sırtlarını tutmuş, başta Mutasarrıf Vekili Ali Hikmet Bey, memurlar, yediden yetmişe Kırşehirliler Kılıççı Köprüsü’nde toplanmıştır. Gölhisar sırtlarında cirit atan Kırşehir atlıları kalpaklarını sallayarak Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini işaret ederken atlılar arasında araçlar görünmeye başlamıştır bile… Heyecan doruktadır.

Çanakkale savaşlarının kahramanı, Osmanlı padişahının tüm yetkilerini aldığı ve tutuklanmasını istediği Mustafa Kemal Erzurum ve Sivas’ta yaktığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın meşalesi ile Kırşehir’e, Kırşehir’i aydınlatmaya gelmiştir. Hava sisli ve nemlidir. Ara ara yağmur yağmaktadır. Kurbanlar kesilmiştir. Şimdi gelin bundan sonrasını bu olayın canlı tanığı ve 1918’de “Kırşehir Gençler Derneği’nin kurucularından araştırmacı-yazar Cevat Hakkı Tarım’dan öğrenelim.

“O ulvî sahne… O mütevazı, mütebessim, vakur insan… Başındaki o heybetli kalpak… Sırtındaki o yakası kürklü gocuk… İnsanın içine bir yıldız gibi sağan mavi gözler… Altın saçların çerçevelediği azimli ve mânalı yüz… Dimdik yürüyüş… Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir Alp Arslan asalet ve azameti ile hâlâ yükselir hayalimde…”

Cevat Hakkı ’ dan  24 Aralık  1919

“Hey’et-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde tesbit

Cevat Hakkı TARIM

ve teyit edilen Misak-ı Millî’nin hükümlerini tatbik etmek azim ve karariyle sine-i millette bir ferd-i millet olarak millî harekâtın merkez ve kalbgâhı olan Ankara’ya seferleri esnasında bir gece de Kırşehir’de kalacakları haberi memleket içinde yayılır yayılmaz 24 Aralık 1919 sabahı yedisinden yetmişine kadar halk O’nun nurlu yüzünü bir an önce görmek için atlar, arabalarla, bulamayanlar yaya olarak Mucur ilçesi istikametine doğru yollara dökülmüşlerdir.

“Kasabada mevcut okulların öğretmen ve öğrencileri Kayseri şosesi üzerinde bulunan Yenice Mahalle’nin münasip bir noktasında saf saf dizilmişler, sabırsızlık ve heyecan içinde bekliyorlardı. Ben o zaman ortaokul tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni idim.

“Kuşluğa doğru ağır ağır ilerleyen bir otomobil…  Yanlarından ve ardından koşuşan atlılar…  Evlerin pencerelerine asılmış ay-yıldızlı bayrakları arasından uzanan başlar…  Alkış…  “Yaşa, var ol!” sesleri ufukları çınlatıyor. Ana-baba günü…  Mahşerî bir an…

“Kalabalığı görünce otomobil duruyor. İçinden inen Mustafa Kemal ve arkadaşları bize doğru yaklaşıyorlar. Sevinç ve neş’e içinde kıvıl kıvıl kaynaşan, yerlerinde duramayan yavrular “Babamız!  Kurtarıcımız!” diye avaz avaz bağırıyorlar. O da çocuklar gibi gülüyor, neş’eleniyor. Birer birer ellerimizi sıktıktan sonra “Teşekkür ederim arkadaşlar. Zahmet etmişsiniz!” sözleriyle iltifatta bulunuyorlar.

“O ulvî sahne… O mütevazı, mütebessim, vakur insan… Başındaki o heybetli kalpak… Sırtındaki o yakası kürklü gocuk… İnsanın içine bir yıldız gibi sağan mavi gözler… Altın saçların çerçevelediği azimli ve mânalı yüz… Dimdik yürüyüş… Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir Alp Arslan asalet ve azameti ile hâlâ yükselir hayalimde…

“Gençler Derneği’nde muhterem misafirlerimiz için bir çay ziyafeti tertiplemiştik.

“Mevsim kış, ortalık karlarla örtülü olmasına rağmen baharı andıran güzel ve ılık bir hava vardı. Gümüş çağıltılarla akan Kılıçözü Çayı’nın karşısındaki Gençler Derneği’nin önü vatandaşlarla dolmuş, her taraf bayraklarla donatılmıştı.

“İkindiye doğru Mustafa Kemal ve arkadaşları, hükûmet erkânı ve kasabanın ileri gelenleri gözüktüler. Ağır ağır geliyorlar. Yolunda el ve gönül bağlayanları güler yüzle selâmlayarak binaya giriyorlar, yerlerini alıyorlar.

“Kırşehir’in bilgili ihtiyarı Kocaoğlu Hakkı Efendi büyük kurtarıcının karşısında sanki gözleri ışıktan kamaşmış gibi başını eğmiş, ellerini kavuşturmuş, hürmetle oturuyor. Derin ve lâhutî bir sessizlik…

“Dernek üyelerinden bir arkadaşın misafirleri selâmlayan ve hoş geldiniz diyen cümlelerinden sonra bu sessizlik birden canlanıyor. Sohbetler başlıyor. Çaylar içiliyor.

“Bu sırada ben günlerden beri itina ile hazırladığım nutkumu büyük kurtarıcıdan müsaade alarak heyecanla okumağa başlıyorum. Doktor Refik Saydam’ın yanındaki Mazhar Müfit Bey’in kulağına eğilerek “Ne kadar şairane okuyor” sözlerini oturdukları kanepenin arkasında bulunan Yusuf Selçuk haber verdiği zaman ne kadar sevinmiştim.

“Gözlerim puslana puslana okuduğum nutkumu bitirince ayağa kalkan o büyük insan hâlâ gür ve tatlı sesinin ahengi kulaklarımda yaşayan kitabelerini irada başlıyorlar:

Mustafa Kemal’in Kırşehir Gençler Derneğindeki Söylevi

 “Milletimiz teşkilât düşüncesini henüz aklına sokmamıştır. Çoğunlukla bunu hükûmete bırakır. Bu, milletimizin öteden beri alıştığı bir ahlâktır. Büyüklere saygı iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, olaylar ve tecrübeler gösterdi ki kendiliğinden milletin duyarlı olması ve düşünmesi gerekir. Her ne şekilde ve nitelikte olursa olsun sonraya bırakmamak gerekir, bırakırsa bugünkü sonuç oluşur. Bakışımızı tarihe çevirecek olursak, millet egemenlik derecesinden aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz! Milletimizin her bireyi düşünceli ve duyarlı bir şekilde yetiştirilmiş olsaydı gerçekten bu duruma gelmeyecekti. Memleketin ve milletin yönetimini üzerine almış olanlar kararlarında ve görüşlerinde yanlış yapmış, fakat bütün bu yanlışların üzücü sonucundan millet zarar görmüştür. Ateşkes antlaşmasının ardından milletimiz, üzülerek söyleyeyim, geleceğine göz yuman bir durumda bulunuyor, varlığımızı yok etmeye istekli olan düşmanlar acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmak isteniyordu. Teşekküre şayan bazı durumlar, değerli milletimizi uyandırdı. Yer yer, milletimiz bireyleri bir diğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun sonucu olarak, teşkilat meydana geldi. Devletimizin bağımsızlığını yok etmeğe çalışan yabancılar, milletimizden böyle bir ruhun belireceğini beklemiyorlardı. Burada yaşayan insanları duygusuz yaratıklardan meydana gelmiş sayıyorlardı. “Böyle bir milletin var olma hakkı olamaz!” Kararlarını kabulde bir millet varlığı dikkate alınmadı, milletimizin olaylar ve darbeler sonucu olarak yer yer şekillenmesine önem vermemişlerdir. Bu önem verilmeyen parçaların korumak istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul ettiği temel nokta: Kuvayı Milliye’nin amil, irade-i milliyenin hâkim olmasıdır (Millî Kuvvetlerin etken, millî kararın egemen olmasıdır). Ve bu teşkilatın ruhu budur. Bu amaçla teşkilatı yaymaya başladığı zaman, yabancılar dikkatlerini Türkiye’ye çevirmeğe başladı, içeriğine inanamadı; çeşitli memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hayat duygusu bulma ve onu yakından temas ile araştırmaya başladılar. Ve bunun üzerine anladılar ki; bu millet zavallı bir millet değildir, altı yüz yıl ve daha önceden beri egemenliğini kanıtlamış, efendilik yapmış bir millet, onların göz önüne getirdiği gibi esir bir millet değildir. Bundan dolayı yabancılar tamamen inanmalıdır ki: Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet, başlı başına bütün dünya milletleri içinde etkili bir varlığa sahiptir, bu yok edilemez. Allah’a şükür devletimiz ve milletimizin bağımsızlığı söz konusu olmaktan çok uzaklaşmıştır. Bağımsızlığımıza her suretle saygı gösterilmesi gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu bizim için yeterli değildir. Bu amacımızı sağlayamaz, maddeten kararlaştırılmasını görmek zorundayız, bütünüyle şüphesiz olmak, gelecekteki gelişme ve medenileşmeyi hakkıyla sağlayabilmek için vatan sahipleri olarak görüşmeliyiz. Bağımsız yaşamak için vatanı elde etmek zorundayız. Çizdiğimiz bir sınır vardır, bu sınırı yabancıların elinde bırakmayacağız, güvenliğimiz çok önemlidir. Bu teşkilat henüz bir şekilden ibarettir, bugün yarın buna bir geometrik şekil gibi bakamayız, buna ruh verebilmek için de milletimizin her bireyinin akıl ve düşüncesini, vatan ve milletin geleceğine olabilecek sataşma ve saldırıdan kendilerini koruyabilmek için teşkilata birlikte inanmak gerekir. Vatanın birliğine ait düşüncelerimiz kısa oluyor, diğer vatandaşlarımıza olabilecek zarardan üzüntü duyuyoruz. Bütün millet tek vücut gibi bir duruma getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe girişimciler başlar, en son bireye ve yukarıya doğru yayılır. Az zamanda istenilen şekilde gerçek yönüne ilerletebilmek için aydın kimseler daha çok görevlidirler. Aydınların görevleri son derece büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki ahlâk ilkelerine dayanmadan aydınlansın; ilerleyebilsin. Aydınlarımız vatan ve millet düşüncesini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığını korumak için gereken özellikleri sağlarlarsa görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.” [30]

Kırşehir Gazetesi, 30 Aralık 1919

 

“Atatürk’ün hitabeleri içten tezahüratlar ve alkışlarla sona erdikten sonra dernek başkanı Mustafa Hilmi (Nural) arkadaşımız derneğin nizamnamesini kıymetli misafirimize sundular. İnceden inceye tetkik ve mütalaaya buyurdular. İyade ederlerken “Milli hedef ve gayelerimizin bu eserde tespit ve bilfiil tatbik edilmekte olduğunu görmekle bahtiyarım” sözleriyle iltifatlarda bulundular. Derneğin hatıra defterine el yazılarıyla yazdıkları ve arkadaşlarına da imza ettirdikleri:

“Kırşehir gençlerinin vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını isbat edecek ekârı-ı metine ve musibe ile mütehalli bulundukları kanaatıyla va’z-ı imza eyleriz 24 kanunevvel 1335”[31] ((Kırşehir gençlerinin, ülkemiz gençliğinin değerli bir örneği olduklarını kanıtlayarak ve doğru görüşlerle donatılmış oldukları kanaati ile imzalarız.)

 Mustafa Kemal,Hüseyin Rauf, Mazhar Müfit,  Ahmet Rüstem, Hakkı Behiç

“Vecizesinde Kırşehir gençlerinin şahsında bütün Türk gençliğine karşı asîl kalplerinde taşıdıkları sevgi ve güvenlerini bir defa daha tesbit ve teyit buyurdular.

“Heyet için Kuşdilli Mahallesinde Kılıçözü Çayı’nın güzel panoramasına nazır, bir ara erkek sanat okulu olan Çopur Sait oğlu rahmetli Mustafa beyin evi hazırlanmıştı.

“Şimdi birçoğu memleketin dört bucağında en mütevazı mesleklerde en yüksek mevki mertebelerde vazifelerini ifa etmekte olan masum yavruların mini mini ellerinde taşıdıkları fenerlerin titrek ışıkları gecenin karanlıklarını yara yara konağın önüne geldiği vakit Mustafa Kemal ve arkadaşları balkona çıkmışlar, rahmetli ortaokul müdürü Ömer Aydın[32] (Genç)’ın heyecanlı nutuklarına cevap veren Mustafa Kemal ilk defa Kırşehir’de “Bu milletin içinden çıkan bir Kemal:

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini

Demiş. Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal’de diyorki:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini” beyiti ile bitirmişlerdi.”[33]

“Ertesi sabah büyük kurtarıcı zafer ve uğur dilekleriyle elleri göklere açılan sevgili milletinin alkış ve sevinç gözyaşları arasında Ankara’ya müteveccihen yollarına devam etmişlerdi.”[34]

MUSTAFA KEMAL KAMAN’DA

 25 Aralık 1919’da Kaman’a doğru hareket eden Mustafa Kemal’i Sofular (Aydınlar) köyünde Kaman atlıları karşılar. Otomobiller bir hanın da bulunduğu Darıözü’nde kalır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Kaman’a atlarla girerler. Kaman’ın ileri gelenlerinden Bektaşoğlu Ali Çavuş’un evine misafir edilirler Paşa orada çevre köylerden gelenlerle görüşür. Kurtuluş davasını anlatır.

Kaman’da Mustafa Kemal’i misafir eden evin sahibi bulunan Ali Çavuş’un kardeşinin oğlu 1322 doğumlu Mehmet Bektaş Mustafa Kemal’in Kaman’a geldiğinde 13-14 yaşlarındadır.

Mehmet Bektaş anılarını şöyle aktarır:

“Atatürk’ün Kaman’a ilk gelişi sırasında ben 13-14 yaşlarındaydım. O zaman Kaman Bucak idi. Atatürk’ün geleceği o günkü büyüklerimizce duyulmuş, gerekli hazırlık yapılmıştı. 25 Aralık 1919 günü Atatürk’ü karşılamak üzere amcam Ali Çavuş, Çakıroğlu Musa Kâhya, Kara Omaroğlu Mehmet Efendi, Eğişoğlu Musa Kâhya ve daha bir kısım halk Göğcepınar denilen yere (Kovalı ’ya) gittiler. Hatırımda kaldığında göre bunların çoğu atlıydı. Karşıladıktan sonra Mustafa Kemal Paşa ve iki arkadaşını amcam Ali Çavuş’un odasına, diğer üç konuğu da Musa Kâhya’nın odasına aldılar.

“Mustafa Kemal Paşa Amca’mın – yani bizim – kapıya gelince kapıya yaşlılardan ayrı olarak genç ve çoluk çocukta birikmişti. Amcam gereksiz kalabalık yapmasınlar diye çocuk ve gençleri azarlayıp, uzaklaştırmak istedi. Bunu gören Mustafa Kemal Paşa:

 Bırak, bırak! Onlar ilerde bu vatana bize lazım’ dedi. Ve çocuklardan birkaçını okşadı, gönüllerini aldı. Her 23 Nisan bayramında Atatürk’ümüzün bu davranışı gözümün önüne gelir.

“Atatürk pencere önünde kendi defter ve kâğıtlarına bakıyordu, bu sırada Omarköyü’nün aşarcısı aynı avlu içerisindeki başka bir odaya misafir olarak alındı. Atatürk bu sırada – Öşür almayı, aşar memurluğunu beğenmediğini ifade eden – sözlerde bulununca adı geçen aşar memuru Mahmut oğlu Hacı Mehmet başka bir eve gönderildi.

“Keskin’in Bağşırlı köyünden Paşa’nın bir nöbetçisi vardı. Atatürk dışarı çıkınca onu kapıda bekler gördü. Geri odaya döndüğünde amcam Ali Çavuş’a: ‘ Sen git onun yerine nöbet bekle, o yemeğini yesin.’ dedi. Sonra sohbete başladılar.

“Mustafa Kemal Paşa bu sırada: ‘ Bak Ali Çavuş, bir noksanın var, evin iyi, güzel ama bir helası yok. Bunu hemen yaptır.’ dedi.

“Gerçekten hela o zaman evden çok uzaktaydı.

“Bu sırada Hamitli Rıza Bey geldi. Atatürk ona: ‘ Hoş geldin.’ dedi. Ayakta kendi aralarında kısa bir konuşma yaptılar. Rıza Bey çıkıp gitti.

“Ali Çavuş’a Atatürk: ‘Sen İstanbul’a gitmişsin, durum nasıl?’ diye sordu. Amcamda: “ İstanbul’da Hükümet kendi başına buyruk değil. İngilizler ne derse onu yapıyorlar. Yalnız İngilizler değil başkaları da işlere karışmış. Durum hiç iyi değil.’ diye anlatınca, Atatürk: ‘Siz bunları gören ve anlayan bir kişi olarak halka da anlatın, onlar da anlasınlar memleketin durumunu.’ dedi.

“O sırada küçük amcam Galiçya’da vurulmuş, yaralanmış gelmişti. O içeri girdi. Mustafa Kemal Paşa onun halini hatırını sordu, gönül ünü aldı. Atatürk’ün yanında bulunan bir konuk da doktormuş, ilgilendi. Hastahanede, İstanbul’da amcamı görmüştü, tanıdı. Bir kağıt yazdı. Kırşehir’den bu kâğıtla amcama ilaç getirttik.

“Sonra Atatürk Ali Çavuş’a yolculukta, nerde kalabileceğini sordu. O’da ‘Köprü köyünde Hacı Ali Ağa’nın odasında kalırsınız.’ dedi.

“Sabahleyin kahvaltıdan sonra bucağın ileri gelenleri konukları uğurladılar.”[35]

Mehmet Bektaş anılarında amcası Ali Çavuş’un evine Kuva-İ Milliye Reislerinden Hamitli Rıza Bey’in de gelerek Mustafa Kemal’e “Hoş geldin” dediğini ve de kendi aralarında kısa bir konuşma yaptıklarını sonra Rıza Bey’in gittiğini söylemektedir ki, Hamitli Rıza Ankara’ya Mustafa Kemal’den önce vararak karşılama ve güvenlik tedbirlerine katkıda bulunmuştur.

Atatürk’ün Kaman’a gelişini dedesi Muhacir Emrah’tan dinleyen Kırşehirli yazar Hasan Kıyafet şu duyumlarını aktarır:

“Ankara – Kayseri yolu o sıra Çağırkan Höyük’ünün yanından geçerdi. Mevsim kara kıştır ve Mustafa Kemal’in bisiklet tekerine benzeyen tekerli arabası Darıözü’nde kara saplanır. Konuk sever Kamanlılar hemen yardıma koşarlar. Camız, öküz yardımıyla arabayı çekip Kamana getirirler. Mustafa Kemal Bektaşoğlu Ali Çavuş’un konağında konuk edilir. O akşam Ali Çavuş’un konağında bulunanlardan dedem Muhacir Emrah’dan dinlediğim kadarıyla;‘Mustafa Kemal gelmiş dediler. Herkes Ali Çavuş’un konağına seyirtti. Ali Çavuş benim arkadaşımdı. Çevreye gözcüler kondu. Koyun kuzu kesildi. Başka Paşalar varmış, ama giyimleri sivildi. Bir ara Mustafa Kemal’in işesi gelmiş. O sıra içeride tuvalet icad değil. Yüznumara, ta avlunun öte başında her neyse yol göstermeye ben çıktım. Dışarısı apak kar. Azıcık gittik, Mustafa Kemal yamçısını başına bürleyip oraya çöküverdi. Hiç utanıp sıkılmadan yelleni yelleni şey etti. Biz güldük, o hiç aldırmadı. Yüznumaraya kadar gidemeyişini bizler tabansızlığına yorduk ama, Ali Çavuş öyle düşünmedi. Büyük adamın düşmanı çok olur. O düşmandan tuzaktan çekindiği için gitmemiştir’ dedi.”[36]

Mustafa Kemal akşam yemeğini Ali Çavuş’un odasında yemiş. Sofraya tavuklu bulgur pilavı ve her evden bir tepsi yemek yetiştirilmiştir. Mustafa Kemal bir ara eliyle tavuğu parçalayarak kanadını yemeğe başlamış, beyaz göğüs eti dururken kanadı sıyıran Mustafa Kemal’e Rauf Bey (Orbay); “Paşam neden kanadı yiyorsunuz?” deyince Mustafa Kemal “Uçacağız da ondan Rauf” cevabını vermiştir.

Geceyi Kaman’da Ali Çavuş’un evinde geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşları kapalı ve yağmurlu bir havanın 26 Aralığında atlara binerek şoseye çıkmışlar, hanın önünde bekleyen otomobillerine binerek Kaman’dan hareket etmişlerdir. Kamanlılar Mustafa Kemal ve arkadaşlarına yol azığı olarak iki hindi pişirerek Mustafa Kemal’in çavuşuna teslim etmişlerdir.

Mustafa Kemal Ankara’ya yola koyulduğunda mükemmel bir karşılama organize edilmiş, Ankara Müdafa-İ Hukuk Cemiyeti Reisi Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi Keskin Müdafa-i Hukuk Cemiyetine gönderdiği 20.12.1335 tarih ve 2375 numaralı acil telgrafta süvarilerin istikbal merasiminde hazır bulunmaları istenmiş[37]Hey’et-i Temsiliye’yi karşılayanlar arasında Rıza Bey’de yer almıştır.

Üstü açık bir otomobil

Döndü Kırşehir kavşağını

Cemre düştü havaya, toprağa, suya

Umut en ürkek ruhta bile

Neredeyse meyveye duracak

 Ankara şimdi beyni

Kurtuluş kavgasının

Bu kavga ki canlar canlar canlar pahasına

Yalnız onurumuzu değil

Canımızı da kurtaracak[38]

Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Kırşehir bağımsızlık yolundan hiç ayrılmadı. Yozgat dolaylarında çıkan ayaklanmaların bastırılmasında Çiçekdağlılar büyük katkı sağladılar. Anadolu’ya saldıran düşmanların karşısında hilafetçilerin ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucu ulusal direniş gücünü yıpratmak için çıkarılan ayaklanmalara Kırşehir halkı katılmadı. Savaşın başından sonuna kadar Kırşehirliler kendilerini yurt ve vatan hizmetinde gördüler.

Nitekim Atatürk 27 Aralık 1919’da “Müdafaa-i Hukuk Merkez Kurullarına” gönderdiği genelgede “Sivas’tan Kayseri yolu ile Ankara’ya hareket eden temsilciler kurulu bütün uğradığı yerlerde ve Ankara’da büyük ulusumuzun ateşli, içten yurtseverlik gösterileri içinde; bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik örneği ve yüreklilik, ülkemizin geleceğinin kurtarılması konusundaki görüşleri sarsılmaz biçimde sağlamdır. Şimdilik temsilciler kurulu Ankara’dadır. Saygılar sunarız.”[39] Diyerek memnuniyetini ifade etmiştir.

Hey’et-i Temsiliye 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaşmıştır.

Mustafa Kemal Ankara’ya geldiğinde işgal eylemleri hızla gelişiyor, Yunanlılar Ege’de, Fransızlar Güney Doğu’da ilerliyordu. İşler giderek çetinleşiyordu. Üstelik bir tek sorun düşmanla da yaşanmıyor, Damat Ferit’te İngilizlerle işbirliği içinde Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüm cezasına çarptırıyor. 24 Mayıs 1920’de de Padişah Vahdettin bu hükmü onaylıyordu.

Vahdettin’e göre Mustafa Kemal ve yanındakiler tenkil olunmadıkça Türkiye, İngiltere’den yardım bekleyemezdi.[40]

Kırşehirliler Kurtuluş Savaşında da şehitler verdiler Kaman ve Çiçekdağı’nda sayısı saptanamayan şehitlerle birlikte resmi kayıtlara göre Kırşehir 210, Mucur 75, Avanos 85 evladını kaybetti.

Ceyhan Atuf Kansu, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Kırşehir bağlamına değinirken şöyle der:

“Kırşehir’de bizi lise ve fakülte arkadaşım Hulusi karşıladı. Evinde konuklayıp, ağırladı. İlk izlenim Anadolu yaşantısında konukseverlik ötesi… Hulusi’nin babası bir Müdafaa-i Hukukçu idi. Sivas’tan Ankara’ya geçerken Mustafa Kemal, Mucur’da, Kırşehir’de gençlerin yüreğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ateşini yakmıştı. Adına ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’ diyebileceğimiz Müdafaa-i Hukuk örgütlerinin çekirdeğini Anadolu’da eski ve köklü alilelerden gelme bu gençler kurmuşlardır. Kasabalarında, kentlerinde bir ocağı tutuşturmuşlar, Kuva-yı Milliye’ye yiyecek ve giyecek, para silah. Asker sağlamışlardır. Direnmiş, savaşmışlardır. Savaş bitip Cumhuriyet kurulunca taşralı yaşantılarında ilk ateşin közünü saklamışlar, çoğu alçak gönüllü bir yurtseverlikle gölgede kalmışlardır. Hulusi’nin babası böyle bir insandı. Yaptıklarından ettiklerinden hiç söz etmezdi… Ceviz ağaçlarının gölgelediği evinde bir Anadolu töresini sürdürüp gidiyordu. Kendini örtmeyi bilen gönül zenginliğinin bahçesini açar, Anadolu kentleri içinde ak kerpiç, yeşil kavak Kırşehir kadar sıcak insan, kent az bulunur. Açık ve dost bir güneş altında her bir değerini bol bol ortaya kor. Bir Türkmen şöleni gibidir.[41]

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.