🪖 1974 KIBRIS BARIŞ HAREKATI ve
AYŞE TATİLE GİTTİ 🪖
⚔️ Türkler ile Rumlar arasında ilk olaylar, Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık’a bırakmasından sonra 1920’de kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala başladı.
⚔️ Bu olaylar sadece siyasi kavgalar olmakla birlikte silahlı çatışmalar şeklinde olmamıştır.
⚔️ 1920 yılında Rumların, İngiltere’nin onayını almadan Yunanistan’a katılma plebisiti yapmak istemesi ve Birleşik Krallık yönetiminin buna izin vermemesi,
Rumların önce Birleşik Krallık’ı adadan çıkarmaya yoğunlaşmasına sebep oldu.
1950’lerin sonuna kadar süren bağımsızlık hareketi, 1960 yılında uluslararası anlaşmalara dayanan bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasının yolunu açtı.
Rumlar Birleşik Krallık’ın adadan çekilmesiyle, Türklerle birlikte ortak devlete razı olmadılar.
Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendileri el koyma yoluna gittiler; uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar.
ZÜRİH ve LONDRA ANTLAŞMASI 📄
Zürih ve Londra Antlaşması, 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan devletleri Kıbrıs’taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan,
Bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır.
Rum tarafını Başpiskopos Makarios, Türk tarafını ise Fazıl Küçük temsil etmekteydi.
Bunu takip eden 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulması sağlanmış oldu.
🪖 1960 NÜFUS SAYIMINA GÖRE KIBRIS’IN ETNİK HARİTASI!!
Kıbrıs’taki İngiliz egemenliği, 1960 yılına kadar adanın Londra-Zürih anlaşmaları uyarınca bağımsız bir devlet ilan edilmesine kadar sürdü.
Anlaşma, cumhuriyetin iki gönülsüz topluluk arasında gerekli bir uzlaşma olarak görülmesine rağmen, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplulukları açısından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelini oluşturdu.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 Anayasası, uygulamada yaşanan sorunlar sebebiyle yalnızca üç yıl geçerli kaldı. Kıbrıslı Rumlar, 1958’de İngilizlerin izin verdiği, 1960 anlaşmalarında ise incelemeye tabi tutulan ayrı Kıbrıslı Türk belediye meclislerine son vermek istedi.
Kıbrıslı Rumların birçoğu belediyelerin Taksim yolunda ilk aşamayı oluşturacağından korkmaktaydı.
Kıbrıslı Rumlar enosis (Yunanistan ile birleşme) isterken, Kıbrıslı Türkler de adanın Yunanistan ve Türkiye arasında bölünmesini, yani taksimi istemekteydi.
Kıbrıslı Rum toplumu içindeki öfke, Kıbrıslı Türklere nüfus kayıtlarının öngördüğünden daha fazla devlet makamı verilmesi sebebiyle artmaktaydı.
Nüfusun %18,3’ünü oluşturan Kıbrıs Türk topluluğuna kamudaki işlerin %30’u anayasa ile tahsis edilmişti.
Ek olarak, başkan yardımcılığı pozisyonu Türk nüfusuna ayrılmıştı ve hem başkan hem de başkan yardımcısı önemli konular üzerinde veto yetkisine sahipti.
1963 – 1974 ARASI OLAYLAR
Aralık 1963’te, Cumhurbaşkanı Makarios, hükûmetin Kıbrıslı Türk yasa koyucular tarafından engellenmesinden sonra on üç anayasa değişikliği önerdi.
Bu açmazlarından bıkan ve anayasanın enosisi engellediğine inanan Kıbrıslı Rumlar, 1960 Anayasası altında Kıbrıslı Türklere verilen hakların çok geniş olduğuna inanıyordu ve Akritas planını tasarlamıştı.
Plan, anayasada Kıbrıslı Rumlar lehine reform yapmaya, uluslararası toplumu değişikliklerin doğruluğu konusunda ikna etmeye ve planı kabul etmemeleri durumunda birkaç gün içinde Kıbrıslı Türkleri şiddetle bastırmaya yönelikti.
Anayasa değişiklikleri ile Türk toplumu, hükûmetteki etnik kotaları ayarlamak ve cumhurbaşkanı ile cumhurbaşkanı yardımcısının veto yetkisini iptal etmek de dahil olmak üzere azınlık olarak konumlarından vazgeçmiş olacaktı.
Bu değişiklikler Türk tarafınca reddedildi ve Türk temsilcisi hükûmeti terk etti; ancak bu terk edişin protesto mu, yoksa ulusal muhafızların zoruyla mı olduğu konusunda anlaşmazlık bulunmaktadır.
1960 yılında anayasa dağıldı ve 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Rum polisinin de rol oynadığı ve iki Kıbrıslı Türkün öldürüldüğü Kanlı Noel gibi toplumsal şiddet olayları gerçekleşti.
Türkiye, İngiltere ve Yunanistan, Kıbrıs’ın bağımsızlığına yol açan Zürih ve Londra Anlaşmalarının garantörleri, General Peter Young komutasındaki adaya bir NATO gücü göndermek istedi.
Hem Başkan Makarios hem de Başkan yardımcısı Dr. Küçük barış çağrısında bulundular, ancak bunlar göz ardı edildi. Bu arada, şiddetin alevlendiği bir hafta içinde,
Türk ordusu birlikleri kışlalarından çıkmış ve adadaki en stratejik pozisyon olan Lefkoşa – Girne yolunda pozisyon aldı.
Türk ordusu bu yolun kontrolünü 1974 yılına kadar elinde tuttu. Kıbrıs Barış Harekâtı bu yol önemli rol oynadı.
1963 ile 20 Temmuz 1974’te Türkiye’nin müdahalesi arasındaki dönemde yolu kullanmak isteyen Kıbrıslı Rumlara BM konvoylarının eşlik etmesi gerekmekteydi.
Lefkoşa’nın kuzey banliyölerinde kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere 700 Türk rehine alındı.
Şiddet olayları 364 Türk ve 174 Kıbrıslı Rumun ölmesine, 109 Kıbrıslı Türk veya karma köyün yıkılmasına ve 25.000-30.000 Kıbrıslı Türkün yerinden olmasına neden oldu.
İngiliz Daily Telegraph daha sonra “anti-Türk pogrom” olarak nitelendirdi.
Olayların ardından Türkiye bir kez daha taksim fikrini öne çıkarttı. Özellikle, Kıbrıslı Türk milislerin kontrolü altındaki bölgelerdeki yoğun çatışmalar ve anayasanın başarısızlığı, olası bir Türk müdahalesinin gerekçesi olarak öne çıkmaktaydı.
ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964 tarihli ünlü mektubunda, ABD’nin olası bir istilaya karşı olduğunu ve Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya neden olması durumunda ABD’nin yardım etmeyeceğini belirtti.
Bir ay sonra ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk tarafından hazırlanan bir plan çerçevesinde Yunanistan ve Türkiye ile müzakereler başladı.
Kriz, Kıbrıslı Türklerin ada yönetimine katılımının sona ermesine ve yönetimin meşruiyetini yitirdiğini iddia etmeleriyle sonuçlandı; bu olayın niteliği hala tartışmalıdır.
Bazı bölgelerde, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin seyahat etmelerini ve hükûmet binalarına girmelerini engellerken;
Bazı Türkler Kıbrıs Türk yönetiminin çağrılarına uyarak geri çekilmeyi reddetti ve Ulusal Muhafızlar tarafından engellenen ve doğrudan Türkiye tarafından desteklenen Rumlarla çevrili alanlarda yaşamaya başladılar.
Cumhuriyetin yapısı tek taraflı olarak Makarios tarafından değiştirildi ve Lefkoşa UNFICYP birliklerinin konuşlandırılmasıyla Yeşil Hat ile bölündü.
Türklerin seyahatleri ve temel ihtiyaçlara erişimi Rum kuvvetleri tarafından daha da kısıtlandı.
Kıbrıslı Türklerin daha fazla seyahat özgürlüğü için bastırması ile 1967’de yeniden çatışmalar başladı.
Daha önce olduğu gibi Türkiye’nin Kıbrıs Türklerini olası etnik temizliğe karşı korumak için adaya müdahale edeceği tehdidine dek de durum çözülmedi.
Türkiye’nin tehdidinin ardından Yunanistan’ın bazı askeri birliklerinin adadan uzaklaştırması, EOKA lideri Georgios Grivas’ın Kıbrıs’tan ayrılması ve Kıbrıs hükûmetinin Türk nüfuslarının kaynaklarına erişimde bazı kısıtlamaları kaldırması için bir uzlaşmaya varıldı.
Kıbrıs’ta bir darbe yapıldığı haberi, Lefkoşa’da bulunan Türk Büyükelçiliği’nin gönderdiği şifreli mesajla 15 Temmuz 1974 sabahı Türk Dışişleri tarafından öğrenildi.
Kıbrıs’taki durumun Türkiye’nin bir askerî müdahalesini gerektirecek kadar ciddi olduğu değerlendirmesini yapan Türk hükûmeti,
1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması’nın garantör devlet olarak Türkiye’ye verdiği müdahale hakkını kullanmadan önce, diğer bir garantör devlet olan İngiltere’nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etmek üzere girişimde bulundu.
İngiltere kabul etmezse, Türkiye’nin yalnız başına hareket etmesi; görüşmeler sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hazırlık yapması kararlaştırıldı.
Dışişleri yetkilileri bu düşünce ve planlarını 16 Temmuz’da İngiltere ve ABD’nin Ankara büyükelçiliklerine bildirdi.
16 Temmuz 1974’te muhalefet partilerinin başkanlarıyla da üç saate yakın bir toplantı yapan başbakan Ecevit, ertesi gün konuyu müzakere için Londra’ya gitti.
Kimi kaynaklara göre heyet henüz Etimesgut Askeri Havaalanı’ndan yeni kalkmışken Başbakan Vekili Erbakan Milli Güvenlik Kurulu’nu acil gündem koduyla toplamış;
Toplantı devam ederken Erbakan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’a gemilerin yola çıkması için emir vermiştir.
Türkiye heyeti, İngiltere Başbakanı Harold Wilson, İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan ve Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Londra’ya gelen ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Joseph Sisco ile ayrı ayrı görüşmeler yaptı.
İngiltere ve ABD konuya Türkiye gibi yaklaşmamaktaydı.
Bu arada Türkiye’de Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal, muhalefet partilerinin başkanlarıyla bir toplantı yaptı.
Toplantının sonunda tüm muhalefet parti başkanlarının Hükûmetin Kararlığını gördüğü ve destek verdiği ifade edilir.
Türk heyeti, 18 Temmuz 1974 akşamı saat 20.30’da Londra’dan Ankara’ya hareket etti; Başbakan Ecevit, 19 Temmuz’da 02:00’da Ankara’ya varınca Genelkurmay başkanlığında komutanlar ile bir toplantı yaptı.
İngiltere’deki görüşmelerin aktarıldığı ve hazırlıkların gözden geçirildiği bu toplantıda başbakan harekâtın amacı ve adının “Barış Harekatı” olduğunu belirtti.
Genelkurmay’ daki toplantının ardından Bakanlar Kurulu toplanıp oy birliği ile Kıbrıs’a müdahale kararı aldı.
Bakanlar Kurulu’nun yazılı kararı, 19 Temmuz 1974 sabahı Genelkurmay Başkanlığı’na ulaştırıldı.
Kıbrıs’taki Sampson darbesinden sonra siyasal, diplomatik etkinliklerle birlikte askeri hazırlıklar yapılmış;
Genelkurmay, 1964 yılından beri hazırlanmış ve geliştirilmiş planlar üzerine çalışmaya başlamış ve görev alacak birlikler alarma geçirilmişti.
Bu hazırlıklar çerçevesinde Türk ordusunun harekâta katılabilecek satıh birlikleriyle muharebe ve idari destek birlikleri Mersin-Taşucu bölgesi ve civarında yığınak yaptı.
Deniz ve Hava Kuvvetleri bir yandan savaş hazırlıklarını yürütürken buna paralel olarak Mersin-Taşucu-Kıbrıs üçgeni ve civarında keşif ve devriye harekâtını sürdürdü.
Türk Ordusu Güney’de Kıbrıs’a karşı hazırlanırken, Batıda da olası bir Yunan savaşına karşı önlem aldı.
Trakya’ daki 2. ve 5. Kolordu birlikleri Yunan sınırına hareket etti; Batı Anadolu’daki Ege Ordusu sefer görev yerini aldı. Donanma Ege ve Akdeniz’e açıldı, bazı sivil gemiler ordu emrine alındı.
Türk heyetinin olumlu bir sonuç elde edemeden Londra’ dan dönüşünden sonra Genelkurmay’da yapılan toplantıda hazırlıklar gözden geçirildi.
Ordu, daha önce de kararlaştırıldığı gibi 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahı harekete hazırdı.
Türk çıkartma filosu 19 Temmuz sabahı saat 11.30’da Mersin’den Girne’nin batısına doğru hareket etti.[52] 6 tane boş Türk ticaret gemisinden oluşan sahte çıkarma filosu ise Mağusa’ya doğru yol aldı.
Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi nedeniyle Ankara, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Adana, İçel ve Hatay’da 20 Temmuz sabah saat 07.00’den itibaren bir ay süre ile, anayasanın 12. maddesi hükmüne dayanarak sıkıyönetim ilan edildi.
20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, adaya saat 06.05’ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Kıbrıs’a ayak basan ilk Türk askerleri, paraşütçülerdi.
Hava İndirme Tugayının 1. Paraşüt Taburu Pınarbaşı’ya, 2. Paraşüt Taburu Gönyeli’ye indi.
İlk taburlar inerken ciddi bir ateşle karşılaşmadılar. Denizden çıkarma, Deniz Piyade Tugayı’na bağlı askerlerce Karaoğlanoğlu (Pentemili) plajına yapıldı.
Çıkarma harekâtı başlamadan önce Pladini plajının ilerisindeki dağlarda önceden belirlenen hedefler Türk jet uçakları tarafından bombalandı. İlk çıkarma aracı saat 08:50’de sahile kapak attı.
Saat 11:15’te 3. Paraşüt Taburu Pınarbaşı’ya, 4. Paraşüt Taburu Gönyeli’ye indi. 3. ve 4. taburlar, yoğun topçu ve havan ateşine tutuldular.
Bu nedenle dağınık olarak inebilen taburlar bir hayli zor şartlarda toparlanabildiler.
Komando Tugayı da 20 Temmuz 1974 sabahı harekete geçti. 1. Komando Taburu saat 08:20’de Pınarbaşı’ ya indi.
Onu 2. Komando taburu ile Gönyeli’ ye inen 3. Komando taburu ve Hamitköy’ e inen Nevşehir Komando Taburu takip etti.
Tank ve zırhlı araçlarla takviyeli Yunan Alayı hava kararmak üzereyken Kıbrıs Türk Alayı’na karşı taarruza başladı Taarruz, Kıbrıs Türk Alayı tarafından geriye püskürtüldü.
Diğer taraftan Rum Milli Muhafız kuvvetleri Girne Boğazı’na hakim oldu ancak 1. Komando Taburu Doğruyol Tepesini ele geçirerek Girne Boğazı’ nı kontrol altına aldı.
Harekâtın ikinci günü Rumlar havadan inen birliklerle, denizden çıkan birliklerin birleşmesini engellemek ve bu birlikleri imha etmek üzere harekât gerçekleştirdi.
Ada topraklarında savaş sürerken haberleşme ve koordinasyon eksikliğinden dolayı Kocatepe muhribi Türk uçaklarınca batırıldı; 54 asker öldü.
Kocatepe olayı üzerine Pakistan, seyyar bir hastane, İran seyyar hastane ve sağlık malzemesi gönderirken Libya Türkiye’ye başta yedek parça olmak üzere her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu bildirmiş;
Bu gelişmenin ardından Türkiye için gerekli yedek parça ihtiyacı Libya tarafından karşılanmıştır.
Dış baskıların artması neticesinde, Türk hükûmeti, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararını kabul ederek harekâtın üçüncü günü olan 22 Temmuz 1974 saat 17:00’den itibaren ateş kesmeye karar verdi ve bu karar Başbakan Bülent Ecevit tarafından saat 10:00’da düzenlenen basın toplantısında açıklandı.
Karar açıklandığı sırada henüz Kıbrıs’ta havadan inen birlikler ile denizden çıkan birlikler birleşmiş bir durumda değildi; akşam 17:00’ye kadar bunun gerçekleşmesi beklenmekteydi.
10:30’da Pladini Plajı’na varan Bora Özel Kuvveti, 3. Komando Taburu ile birlikte saat 17:00’de Girne’ye girdi. Çatışmalar üç-dört saat daha devam etti.
Küçük Kaymaklı köyü Lefkoşa Sancağı Mücahitleri tarafından 18:30’da ele geçirildi.
22 Temmuz’dan 30 Temmuz’a kadar geçen süre içinde yaşanan ateşkes ihlalleri sonucunda, Türk birlikleri, Yukarı ve Aşağı Dikmen (Dikomo), Kaynakköy (Sihari), Taşkent (Vuno), Akçiçek (Siskilip) bölgelerini ele geçirdiler ve ayrıca Lefkoşa Havaalanı çevresinde de ilerleme kaydettiler.
Lefkoşa Havalimanı’ nın durumu İngiltere ve Türkiye arasında bir krize yol açmıştır.
İngiltere Başbakanı Harold Wilson ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Bülent Ecevit arasında havalimanının durumu üzerine sert bir telefon görüşmesi gerçekleşti ve Wilson Türklerin Havalimanına herhangi bir taarruzda bulunmaması konusunda tehditkar bir tutum aldı.
24 Temmuz 1974 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında Lefkoşa Havaalanı’ nı kuvvet kullanmak suretiyle ele geçirmek için girişimde bulunmamayı kabul etti.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu müdahalesinin sonucunda Yunanistan’daki cunta idaresi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki Nikos Sampson Hükûmeti görevini bıraktı.
Yunanistan’da da askerî hükûmet idareyi sivillere devretme kararı aldı ve yedi yıldır Fransa’da sürgünde bulunan Konstantin Karamanlis’i hükûmeti kurması için Yunanistan’a çağrıldı.
Konstantin Karamanlis,’in 24 Temmuz 1974’te hükûmeti kurması ile Yunanistan’da 1967’den beri devam eden askeri rejim son buldu.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararının 5. maddesine göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Kıbrıs’ta anayasa düzeninin yeniden kurulması amacıyla, derhal görüşmelere başlaması gerekmekteydi.
Bu sebeple düzenlenen Birinci Cenevre Konferansı 25 Temmuz 1974’te toplandı ve 6 gün sürdü. 30 Temmuz’da imzalanan Cenevre Antlaşması ile sona erdi.
Üç Dışişleri Bakanı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ nde Türk ve Rum olmak üzere iki otonom idarenin mevcut olduğunu kabul ettiler ve bundan doğan sorunları gelecek görüşmelerde görüşmek için anlaştılar.
Protokol’ de garantör devletlerle Türk ve Rum toplumlarının temsilcilerinin katılacağı II. Cenevre Konferansı’ nın 8 Ağustos 1974 günü toplanması öngörülmüştü.
İkinci konferansa kadar Rum ve Yunan askerlerin Türk bölgelerinden çekilmeleri gerekiyordu.
Ancak bu gerçekleşmedi. Ayrıca Rumlar ve Yunanlar, Türk bölgelerine saldırılarını sürdürüp birçok Türk’ü esir almış; özellikle Muratağa, Atlılar, Sandallar ve Taşkent gibi yerlerde Türk halk kuşatma altına alınmıştı.
İkinci Cenevre Konferansı 8 Ağustos 1974’te başladı. Türk tarafı Kıbrıs’ta coğrafi esasa dayalı federatif bir devlet biçiminin benimsenmesini önerdi ancak bu öneriyi Rum tarafı kabul etmedi.
Türk askeri yetkililer Rum kuvvetlerine daha fazla zaman kazandırmamak, köprü başındaki Türk kuvvetlerinin ve Türk köylerinin güvenliğini sağlamak, birinci harekât sonucunda sağlanan üstünlüğü yitirmemek için,
Türk hükûmeti ise Türk köylerinde soykırıma devam edildiği haberlerinin gelmesi üzerine 14 Ağustos’ta ikinci harekâtı başlatma yönünde hemfikir oldular.
Cenevre’de sürdürülen görüşmeler sırasında anlaşmanın mümkün olmadığı kanaati kesinleşince harekâtın yeniden başlatılacağı anlamına gelen “Ayşe Tatile Çıksın” (Ayşe, Turan Güneş’in kızı Ayşe Güneş’in adıdır.) parolasını Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Başbakan Bülent Ecevit’e bildirdi.
14 Ağustos saat 02:20’de konferans bir sonuç alınamadan dağıldı. 14 Ağustos 1974 sabahı saat 04:30’da Kıbrıs’taki Türk birlikleri harekete geçtiler.
Doğu yönünde başlayan bu saldırı harekâtını 15 Ağustos 1974’te Komando Tugayı ve Kıbrıs Türk Alayı Kuvvetleri’nin batı yönündeki saldırı harekâtı izledi ve Türk birlikleri Kıbrıs’ın kuzey kıyısında doğudan batıya doğru bir dörtgen çizmeye başladılar.
Bu dörtgenin bir tarafı kuzey kıyısı, öteki kenarı ise Atilla Hattı olarak bilinen merkezi Lefkoşa olmak üzere doğuya ve batıya yayılan hattı.
Varılması planlanan son hedefler doğuda Mağusa, batıda ise Lefke idi. Çarpışmalar daha çok ilk gün ve Omorfo, Lefke, Çatalköy ve Ortaköy’de oldu.
İkinci Barış Harekâtı’nın üçüncü günü sonunda Ada topraklarının %38’i ele geçirildi ve hedeflenen Mağusa-Lefke hattına ulaşıldı.
Ancak Rum kuvvetleri çekilirken geçtikleri Türk köylerini yakarak silahsız insanları katletti. Toplu katliamlar, harekâtın bitiminde ortaya çıkarıldı.
Harekât boyunca Kıbrıs Türklerine karşı birçok katliam gerçekleşti.
Katliamlardan en büyüğü olan Muratağa, Sandallar ve Atlılar Katliamı’nda yaşları 16 günlük ve 95 arasında değişen 126 sivil EOKA-B tarafından katledildi.
Birleşmiş Milletler olay ile alâkalı “Yunan ve Rum silahlıları tarafından işlenen katliamın insanlığa karşı suç teşkil ettiğini” söyledi.
Atlılar köyünde siviller öldürülmeden önce 4 gün boyunca kadınlara ve kız çocuklarına defalarca tecavüz edildi.
Muratağa köyünde 11 kişi esir alınıp, birçok kişi öldürülmüş (Muratağa ve Sandallar köylerinde öldürülen siviller aynı toplu mezara gömüldüğü için köylerde ölen kişi sayısı ayrı ayrı bilinmemektedir, ancak toplamı 89′ dur. Nüfusun geri kalanı ise hâlâ kayıptır.
Başka bir büyük katliam olan Taşkent Katliamı’nda ise köyün 9 yaşından büyük bütün Türk erkekleri, yani 84 ila 89 kişi katledildi.
23 Temmuz’da Washington Post, şöyle bir katliam haberi içeriyordu: “Limasol yakınlarındaki küçük bir Türk köyüne yapılan Yunan baskınında, 200 kişilik nüfustan 36 kişi öldürüldü.
Yunanlar Türk Ordusu ulaşmadan önce bütün Kıbrıs Türkü sakinlerini öldürme emrini aldıklarını söylediler.”
Limasol’ un Kıbrıs Ulusal Muhafızları’ nın eline düşmesinden sonra şehrin Türk kısmı yakıldı ve hem Türk hem de Rum görgü tanıklarına göre çocuklar vurulup kadınlara tecavüz edildi.
Tecavüz kurbanlarına “tecavüz edilip bir köşeye fırlatılan” “çok genç kızlar” da dahildi. Daha sonra şehirden 1300 kişi bir kampta toplandı.
Harekâtın başladığı gün olan 20 Temmuz 1974’te, Kıbrıs Ulusal Muhafızları 183 Türk’ün ve 350 Rum’un yaşadığı Alaminyo kasabasına girip Alaminyo Katliamı’nda yaşları 6 ila 80 arasında değişen 13,14 veya 15 Türkü öldürdü.
Haziran 1974’te Taşpınar’ da, hepsi Türk 3 kişilik bir aile ve 2 erkek öldürüldü.
🪖 RUM KATLİAMLAR DÜZENLEDİ!!
Sakinleri 1974’te kaçan ve askeri kontrol altında kalınca terkedilen Mağusa’nın bir banliyösü, Maraş Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından harekât boyunca insanların yerinden edilmesi, özgürlüğünden yoksun bırakılması, kötü muamele, yaşama hakkından yoksun bırakılması ve mallarından yoksun bırakılması konusunda farklı davalarda mahkûm edildi.
1975’te Karpaz Yarımadası’nda bulunan Rumlar, Türkler tarafından insan hakları ihlallerine maruz bırakıldı.
2001 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14 maddesinin ihlalinden suçlu bulunca bölgede sadece 600 Rum kalmıştı.
Rumlara karşı yapılan insan hakları ihlalleri, 1963-1964 yıllarında Kıbrıs Türklerine yapılan katliamlar ve harekâtın ilk aşamasında yapılan katliamların intikamı olarak görülüyordu.
İhlallerin çoğu Türk askerleri tarafından değil, Türk askeri sanılan askeri üniforma içindeki Kıbrıs Türkleri TMT tarafından işlendi.
Savaş psikolojisi ve sosyalojisi bakımından gayet normal bir durumdu. Çünkü ilk vahşeti katliamı Rumlar yapmıştı.
Oysa Türkler tarih boyunca hiçbir zaman esirlere, Çocuklar a, kadınlara mezalimlik yapmamıştır.